23 Mart 2008 Pazar

İstiklal Marşı


Çiftlikköy İlk Öğretim Okulu

ÇİFTLİKKÖY İLKÖĞRETİM OKULU TARİHÇESİOkulda eğitim öğretime ilk olarak, 1928 yılında yeni Türk alfabesinin kabulüyle Rumlardan kalan eski okul binasında başlanmıştır. Daha sonra 1962 yılında 6 derslikli olarak eğitim öğretime açılan binada devam edilmiş, 1978 yılında 3 derslikli ek bina yapılmıştır. 1990 yılında 1 dersliği lojmana dönüştürülmüştür. 1992-1993 eğitim öğretim yılında ortaokul kısmı açılmıştır.Okul, 2006 yılında inşaatı tamamlanan içinde bulunduğumuz yeni binaya taşınarak 2006-2007 eğitim öğretim yılından itibaren eğitim öğretime devam edilmektedir. Okulun 26 dersliği, 1 Müdür Odası, 2 Öğretmenler Odası, 1 Bilişim ve Teknoloji Sınıfı, 1 Fen Laboratuarı,1 Çok Amaçlı Salonu ve 1 Kantini bulunmaktadır. Derslik ve odaların bir kısmı derslik olarak bir kısmı da çeşitli amaçlar için kullanılmaktadır.

Bilmeceler

*Adam saçını ıslatmadan şampuanlamış, neden? (çünkü kuru saçlar için yazıyormuş)
*Tavuklar en çok hangi ülkeyi sever? (mısır)
*Tanrı ikinci zenciyi yarattıktan sonra ne demiş? (tüh bu da yandı)
*Bir elmayı yerken kurt bulmaktan daha kötü olan nedir? (yarım kurt çıkması)
*Kullanılmış Orkid'e ne denir? (redkid)
*Yaşlanan Temel'e ne olur? (kurulanır)
*Bir kamyon, bir peygamber, bir şehrimiz hangi kelimedir? (manisa)
*Düşünen file ne denir? (filozof)
*Heyecanlanınca büyüyen organımız hangisidir? (gözbebeğimiz)
*Hangi kalemle yazı yazılmaz? (kontrol kalemiyle)
*Servis yapıldığı halde yenmeyen şey nedir? (tenis topu)
*Ön kapıda karınız avaz avaz bağırıyor, arka kapıda ise köpeginiz durmaksızın havlıyor. Önce hangisini içeri alısınız ? (tabiki köpeği en azından içeri girdiğinde susar)
*Plajda üç kadın dondurma yiyormuş. Bunlardan birisi dondurmayı emerek, diğeri yalayarak, diğeri de ısırarak yiyor. Sizce bunlardan hangisi evlidir? (tabiiki parmağında yüzük olan)
*Kadın ile prezervatif arasindaki fark nedir? (prezervatif bir kere kullanılıp atıldığında bunun için dırdır etmez)
*Amerikada bakire kime denir? (clinton dan daha hızlı koşana)
*Mantarlar niçin şemsiye şeklindedir? (yağmurlu yerlerde yetiştikleri için)
*En temiz böcek hangisidir? (hamamböceği)
*Termometrenin düşmesi neyi gösterir? (çivinin iyi çakılmadığını)
*Bize ait olduğu halde başkalarının kullandığı şey nedir? (adımız)
*Yuvarlağız, altındanız, Bir kolda toplanırız? (bilezik)
*Küçük kare kutu,İçi insan dolu. (televizyon)
*Kolu var, bacağı yok, Dikdörtgeni var, karesi yok. (kapı)
*Adem peygamberin sahip olmadığı, Ama çocukların sahip olduğu şey nedir? (anne-baba)
*Babam kandil, dedem çıra İşin yoksa beni ara. (ampül)
*Özü tatlı, Sözü tatlı, Candan daha kıymetli. (anne)
*Metel metel mert atar, Dil atar damak tutar. (anahtar)
*Bir sihirli fenerim, Kibritsizde yanarım. (ampül)
*Taştandır demirdendir, Yediği hamurdandır, Bütün dünyayı doyurur, Kendi doymaz nedendir? (fırın)
*İncecik beli, Elimin eli. (çatal)
*Mavi atlas, Makas kesmez. (deniz)
*Sarı tavuk dalda yatar, Dal kırılır yerde yatar. (ayva)
*Tarlada biter, Makine büker, Sabah akşam Elimizi yüzümüzü öper. (havlu)
*Anne kırkayağın en çok yorulduğu gün hangisidir? (çocuklarının ayaklarını yıkadığı gün)
*İnsan ne yiyince üzülür? (kazık)
*En çok hap nerede satılır? (ağrı)
*Okur yazar olmayan zenciye ne denir? (kara cahil)
*Bir Japon ne zaman merhaba der? (türkçe öğrendiği zaman)
*Tavukların bacakları niçin kısadır? (yumurtalarının kırılmaması için)
*Çektikçe kısalan şey nedir? (sigara)
*Bir tas yoğurdum var, Yarısı ak, yarısı kara. (göz)
*İki camlı pencere, Bakıp durur her yere. (gözlük)
*Bakması güzel, Alması üzer. (gül)
*Ava giden sakar adama arkadaşı ne hediye eder? (köpeği için kurşun geçirmez yelek)
*En son hangi dişler çıkar? (takma dişler)
*Beyaz duvar içinde, Sarı kanarya yatar. (yumurrta)
*Yürür yürür iz etmez, Hızlı gitse toz etmez. (gemi)
*İp bağladım sıpaya, Uçtu gitti tepeye. (uçurtma)
*Çalmak fiilinin gelecek zamanı nedir? (hapise girmek)
*Yarım elma neye benzer? (diğer yarısına)
*Hangi karnede sıfır bulunmaz? (sağlık karnesinde)
*Sürahi bardağa ne demiş? (sen olmasan içimi kime boşaltçam demiş)
*Bisiklet ne zaman uçak kadar hızlı gider? (uçağa bindiğinde)

22 Mart 2008 Cumartesi

ATATÜRK'ün HAYATI

ATATÜRK'ün HAYATI
Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi XIV-XV. yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir. Annesi Zübeyde Hanım ise Selânik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıdır. Milis subaylığı, evkaf katipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde Hanım'la evlendi. Atatürk'ün beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda öldü, sadece Makbule (Atadan) 1956 yılına değin yaşadı.
Küçük Mustafa öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti. Bu sırada babasını kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftliği'nde dayısının yanında kaldıktan sonra Selânik'e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne kaydoldu. Kısa bir süre sonra 1893 yılında Askeri Rüştiye'ye girdi. Bu okulda Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına "Kemal" i ilave etti. 1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdâdi'sini bitirip, İstanbul'da Harp Okulunda öğrenime başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu., Harp Akademisi'ne devam etti. 11 Ocak 1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi'yi tamamladı. 1905-1907 yılları arasında Şam'da 5. Ordu emrinde görev yaptı. 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. Manastır'a III. Ordu'ya atandı. 19 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkanı olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa'ya gönderildi. Picardie Manevraları'na katıldı. 1911 yılında İstanbul'da Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı.
1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşını kazandı. 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi.
Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliğine atandı. Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada I. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi.
1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı'nda, Mustafa Kemal Çanakkale'de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez! " dedirtti. 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253.000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir. Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin kaderini değiştirmiştir.
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları'dan sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a geldi. Velihat Vahidettin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyehatten sonra hastalandı. Viyana ve Karisbad'a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip Harbiye Nezâreti'nde (Bakanlığında) göreve başladı.
Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını " ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.
Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'I işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I. Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye - ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.
Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır:
Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı.
Çukurova, Gazi Antep, Kahraman Maraş Şanlı Urfa savunmaları (1919- 1921)
I. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921)
II. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921)
Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921)
Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922)
Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. Böylece Sevr Antlaşması'yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı.
23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmiştir. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922'de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu'yla yönetim bağları koparıldı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ve "Yurtta barış cihanda
barış" temelleri üzerinde yükselmeye başladı.

Atatürk Türkiye'yi "Çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak" amacıyla bir dizi devrim yaptı. Bu devrimleri beş başlık altında toplayabiliriz:
1. Siyasal Devrimler:· Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)· Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)· Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)2. Toplumsal Devrimler· Kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi (1926-1934)· Şapka ve kıyafet devrimi (25 Kasım 1925)· Tekke zâviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925)· Soyadı kanunu ( 21 Haziran 1934)· Lâkap ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934)· Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerin kabulü (1925-1931)3. Hukuk Devrimi :· Mecellenin kaldırılması (1924-1937)· Türk Medeni Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik hukuk düzenine geçilmesi (1924-1937)4. Eğitim ve Kültür Alanındaki Devrimler:· Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924)· Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928)· Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932)· Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933)· Güzel sanatlarda yenilikler5. Ekonomi Alanında Devrimler:· Aşârın kaldırılması· Çiftçinin özendirilmesi· Örnek çiftliklerin kurulması· Sanayiyi Teşvik Kanunu'nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması· I. ve II. Kalkınma Planları'nın (1933-1937) uygulamaya konulması, yurdun yeni yollarla donatılması
Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934'de TBMM'nce Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi.
Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, Devlet-Hükümet Başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927,1931, 1935 yıllarında TBMM Atatürk'ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti.
Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. İlgililere aksayan yönlerle ilgili emirler verdi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını komutanlarını ağırladı.
15-20 Ekim 1927 tarihinde Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan büyük nutkunu, 29 Ekim 1933 tarihinde de 10. Yıl Nutku'nu okudu.
Atatürk özel yaşamında sadelik içinde yaşadı. 29 Ocak 1923'de Latife Hanımla evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü. Çocukları çok seven Atatürk Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edindi. Abdurrahim ve İhsan adlı çocukları himayesine aldı. Yaşayanlarına iyi bir gelecek hazırladı.
1937 yılında çiftliklerini hazineye, bir kısım taşınmazlarını da Ankara ve Bursa Belediyelerine bağışladı. Mirasından kızkardeşine, manevi evlatlarına, Türk Dil ve Tarih Kurumlarına pay ayırdı. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine aşırı ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. Sakarya adlı atıyla, köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet eder, ülkenin sorunlarını tartışırdı. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, çalışmalara bizzat katılırdı. Fransızca ve Almanca biliyordu.

ATATÜRK'ÜN SON YILLARI VE ÖLÜMÜ

Atatürk'ün ilk hastalık belirtisi 1937 yılında ortaya çıktı. 1938 yılı başlarında Yalova'da bulunduğu sırada, ciddî olarak hastalandı. Buradaki tedavi olumlu sonuç verdi. Fakat tamamen iyileşmeden Ankara'ya yaptığı yorucu yolculuk, hastalığının artmasına sebep oldu. Bu tarihlerde Hatay sorununun gündemde olması da onu yormaktaydı. Hasta olmasına rağmen, Mersin ve Adana'ya geziye çıktı. Kızgın güneş altında askerî birliklerimizi teftiş edip tatbikat yaptıran Atatürk, çok yorgun düştü. Ülkü edindiğimillî dava uğruna kendi sağlığını hiçe saydı. Güney seyahati hastalığının artmasına sebep oldu. 26 Mayıs'ta Ankara'ya döndükten sonra tedavi ve istirahat için İstanbul'a gitti. Doktorlar tarafından, siroz hastalığı teşhisi kondu.

Deniz havası iyi geldiği için, Savarona Yatı'nda bir süre dinlendi. Bu durumda bile ülke sorunlarıyla ilgilenmeye devam etti. İstanbul'a gelen Romanya kralı ile görüştü. Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. 4 Temmuz 1938'de Hatay Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi Atatürk'ü çok sevindirip moralini düzeltti. Temmuz sonlarına kadar Savarona'da kalan Atatürk'ün hastalığı ağırlaşınca Dolmabahçe Sarayı'na nakledildi. Fakat hastalığı durmadan ilerliyordu. O'nun hastalığını duyan Türk halkı, sağlığıyla ilgili haberleri heyecanla takip ediyor, bütün kalbiyle iyileşmesini diliyordu. Hastalığının ciddiyetini kavrayarak 5 Eylül 1938'de vasiyetini yazıp servetinin büyük bir kısmını Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına bağışladı. Ekim ayı ortalarında durumu düzelir gibi oldu. Fakat, çok arzuladığı hâlde, Ankara'ya gelip cumhuriyetin on beşinci yıl dönümü törenlerine katılamadı.

29 Ekim 1938'de kahraman Türk Ordusu'na yolladığı mesaj, Başbakan Celâl Bayar tarafından okundu. "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu!" sözü ile Türk Ordusu'nun önemini belirtmiştir. Yine aynı mesajda "Türk vatanının ve Türk'lük camiasının şan ve şerefini, dahilî ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni, her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır" diyerek Türk Ordusu'na olan güvenini belirtmiştir.

Atatürk 1 Kasım 1938'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış töreninde de bulunamadı. Hazırladığı açılış nutkunu Başbakan Celâl Bayar okudu. Atatürk bu nutkunda ülkenin imarı, sağlık hizmetleri ve ekonomi konularındaki faaliyetleri açıkladı. Bundan başka eğitim ve kültür konularına da temas edip gençliğin millî şuurlu ve modern kültürlü olarak yetişmesi için İstanbul Üniversitesi'nin geliştirilmesi, Ankara Üniversitesi'nin tamamlanması ve Van Gölü civarında bir üniversitenin kurulması için çalışmaların yapıldığını belirtti. Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarının çalışmalarından duyduğu memnuniyeti açıkladı. Ayrıca Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için Beden Terbiyesi Kanunu'nun uygulamaya konulmasından duyduğu memnuniyeti belirtti. Atatürk, ölümüne kadar memleket meselelerinden bir an olsun uzak kalmamıştı.

Atatürk'ün hastalığı tekrar şiddetlendi. 8 Kasımda sağlığıyla ilgili raporlar yayımlanmaya başlandı. Bütün memleketi tekrar derin bir üzüntü kapladı. Her Türk'ün kalbi onun kurtulması dileğiyle çarpıyordu. Ancak, kurtarılması için gösterilen çabalar sonuç vermedi ve korkulan oldu. Dolmabahçe Sarayı'nda 10 Kasım 1938 sabahı saat dokuzu beş geçe, insan için değişmez kanun, hükmünü uyguladı. Mustafa Kemal Atatürk aramızdan ayrıldı. Bu kara haberle, yalnız Türk milleti değil, bütün dünya yasa büründü. Büyük, küçük bütün devletler onun cenaze töreninde bulunmak üzere temsilciler göndererek, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuna karşı duydukları derin saygıyı belirten mesajlar gönderdiler. 16 Kasım günü Atatürk'ün tabutu, Dolmabahçe Sarayı'nın büyük tören salonunda katafalka konuldu.
Üç gün üç gece, gözü yaşlı bir insan seli ulu önderine karşı duyduğu saygı, minnet ve bağlılığını ifade etti. Cenaze namazı 19 Kasım günü Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırıldı. On iki generalin omzunda sarayın dış kapısına çıkarılan tabut, top arabasına konularak, İstanbul halkının gözyaşları arasında Gülhane Parkı'na götürüldü. Buradan bir torpido ile Yavuz zırhlısına nakledildi. Büyük Ada açıklarına kadar, donanmamız ve törene katılmak için gelmiş olan yabancı gemilerin eşlik ettiği Yavuz zırhlısı cenazeyiİzmit'e getirdi. Burada Yavuz zırhlısından alınan cenaze, özel bir trene kondu. Atalarına son saygı görevlerini yapmak üzere toplanan halkın kalbinde derin bir üzüntü bırakarak Ankara'ya getirilmek üzere hareket edildi.

Atatürk'ün vefatı üzerine cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, bakanlar, Genelkurmay Başkanı, milletvekilleri ile ordu ve devlet ileri gelenleri tarafından karşılanan cenaze, Türkiye Büyük Mîllet Meclisi önünde hazırlanan katafalka kondu. Ankara halkı da onun cenazesi önünden saygıyla geçerek son görevini yaptı. 21 Kasım 1938 Pazartesi günü, sivil ve askerî yöneticiler ile yabancı devlet temsilcilerinin hazır bulunduğu ve on binlerce insanın katıldığı büyük bir tören yapıldı. Daha sonra Atatürk'ün tabutu katafalkta alınarak. Etnografya Müzesinde hazırlanan geçici kabre kondu. Türk milleti daha sonra, bu büyük insana lâyık, Ankara Rasattepe'de bir Anıtkabir yaptırdı. 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesinden alınan Atatürk'ün naaşı Anıtkabir'e getirildi. Burada yurdun her ilinden getirilmiş olan vatan topraklan ile hazırlanan ebedî istirahatgâhına yerleştirildi.

Aşk nickleri

»Bağırsak kurtları bağırsakta yaşar, bağırmasakta .
» " Ílk görüşte aşka inanır mısın ? Yoksa dışarı çıkıp tekrar mı gireyim?"
» Bir kazan varmış. Bu kazan çok iyi dans ediyormuş, muhteşem kıvırıyormuş. Bu kazana ne denir ? ıyi Olan Kazansın...
» Kusura bakma birader, seni birine benzettim. Olabilir, babam çok gezermiş...
» Aşk çılgınlığın en zevkli türevidir, öpüşmek ise entegrali...
» Aşk bir mesele gel sırtımı kesele.
» Fabrikadan halka satış vardı. Bir sürü halkam oldu.
» Aşk bir havuzdur. ıçine aptallar düşer. Beni ittiler
» Bu iş yerinde haftada birgün sigara içmek yasaktır oda bugündür..
» Babama değerimi sordum "Dünyalar kadar dedi"dünyanın değerini sordum "Beş para etmez dedi"
» Kadınlar basit şeylerden hoşlanır, mesela ERKEKLERDEN!!!!!! .
» Aşk dünya sofrasında yenilen en büyük kazıktır
» Dünya bir gündür oda bu gündür
» Adamın birisi donmuş karısıda atlet!
» Ey yükselen yeni esil! ın ulan aşağı!
» Sen ayrı kıyıda, Ben ayrı kıyıda, Aramızda dalgalar var... ıyi de ben yüzme bilmem ki!!!
» Ben bu gece bekçilik işini gözüm kapalı yaparım arkadaş..
» ılahi azrail sen insanı öldürürsün..aşk Nickleri, msn nickleri » Sürat felakettir. ( Kaplumbağa )
» Kadın hakkı diya birşey olmaz. Çünkü hakkı erkek ismidir.Dikkat Dikkat !! 1965 yılında içilen kahvelerin hatırı dolmuştur! Tüm 1965 yılında kahva içenlere duyurulur: Kurtuldunuz !!!...
» Vicdanı tertemizdeki. Zira onu hiç kullanmamıştı..
» Otelimizde hamam böceği bulunmaz, Fareler onları temizliyor.
» Bos siselerin degil gecmeyen günlerin sarhosuyum.
» Her başarılı öğrencinin arkasında kopya olabilir.
» Herkez sakız çiğner ama benim gibi patlatamaz.
» Birinciler olmasaydi ikincilerde kazanırdı.
» Yerin kulağı var derler.Benimde kulağım var.Peki ben yermiyim?... HAYIR YEMEM
» AşK karşısındakini bulunmaz hint kumaşı sanmanla hıyarın teki olduğunu anlaman arasındaki geçen zamandır
» Eger evrende bizden başka uygarlık yok ise, büyük bir yer israfıyla karşı karşıyayız!!:P
»Param PµLµm yOkkí ¦ TahtIm Ta¢ım oLsµn , èƒéndí DéğíLímkí ¦ ítíßarım oLsµn , Ànam ßaßam yOkkí¦ èvím ßarkım oLsµn , Cígaram Tıka ßasa EsrarLa DoLsµn , ßírdé yanımda sèvdígím oLsµn , öLèné Kadar í¢mèzsém ¦ GèncLígím ßana Haram oLsµn ..!
»Kalbime Gömerim O zmn Unutupta Silerim O zmn Alt Tarafı Aşk Buda İşte Vazgecilmezmisin Aman..! sananeki Ağlıyorsam Deli gibi İstiyorsam Hala Seni Seviyorsam Sanane Anlamıyorsan.
»$@N@ $€N! @NL@T@M@M !$Y@N €D€R$!N
»Sen Hiç Doğduğuna Pişman Oldunmu..?
»ßU K@LP $€N! UNUTURMU_?
»Seni Sewiyorum Anla ße Gülüm
»(Sensiz)_(kaldım)
»Aşk İçin Ölmeli Aşk Ozmn Aşk
»SeNiNlE HeRşEyE VaRıM BeN
»Senin O Gözlerin Varya
»Aşığım Yanmışım Sana
»Yanlızım Dostlarim
»Seviyorum LeynnnNNN
»Kaç tabut gömülecek yeraltına ve kaç kişi gidecek habersiz uzaklara? Kaç yalan yıkacak güvenleri? Kaç satır yazılacak kader kitabına ve kaç dua edeceksin tanrına, kaç damla gözyaşı dökeceksin uğruna? Kaç yarın bekleyeceksin? Sonralara kaç damla gözyaşı?...
»Sanmaki Kalbim Yetimdir,, Ölsemde Yalvarmam;; Askim Asaletimdir !!
»ßιz HєувєLι∂є нєя Gє¢є мєнтαвα Cιкαя∂ιк...
»Gideceksen Bahane bulmadan git.! Adam gibi sevmedin.Bari adam gibi Hayatimdan çek GIT..!!
»BiZ ÇaKaLLaR GiBi SoSYeTeNiN KiZLaRiYLa DoLaSMaKTaNSa, YeRe DuSeNi KaLDiRaN, aGiR BaSLi DeLiKaNLiLaRDaNiZ
»nargilemin dumanına benzer hayallerim,,sadece beni zehirler ve uçar gider
»нαуαттα є∂ιη∂ιğιм тє¢яüвєℓєя, ує∂ιğιм кαzıкℓαяıη тσρℓαмı∂ıя
»Senin gökyüzünde uçamam!Kanatlarım kırılır.Düşerim...Gökyüzün dar gelir bana. Yetmiyor işte bana ayırdığın zamanın,mekanın,olayın,sevdan ... Yetmiyor işte! Uçamıyorum, istesemde ..Kırılır kanadım.Düşerim..Ayrılık zor gelir bu bedene ....
»masal mı sandın etkilemes ölüm bni inan hiç...yan qönül yan kalpten düştü yaşama sewincimmmm inan...oyunmu sandın hileni ancak kendine yedirirsn....sewdmi sandın taaruzumun yönünü ne bilirsinnnn.
»ßüyümek istemiorum annem ßaßam yaşLanıR.

Galatasaray nickleri

*Bu şarkımız dillerde, Cimbombom gönüllerde, Saat 20:45 te, Ali Samiyende!
*Avrupayı vura vura dize getireceğiz, Samiyenin ortasına bayrağı dikeceğiz!
*Aslan cimbom kupaların yıldızı, Benim kanım akar sarı kırmızı!
*Bu taraftar senle gurur duyuyor, Cimbombomu tüm avrupa tanıyor..
*Türkiyenin gururu taraftarın cimbomu, Seni sevdik gönül verdik şanlı GALATASARAY!
*Cimbomum yarim sarı kırmızım benim, Dün seninle yarışan bu gün herkes perişan!
*Cimbombom Diyerek Sana Yuz Koyduk,sarinin Yanina Kirmizi Koyduk,yillardan Beridir Hep Senin Olduk,cimbombom Sen Bizim Herseyimizsin
*BIZ GONULLERE CEKTIK BAYRAKLARI DIREKLERE DEGIL. BIZ TARIHE YAZDIK ISMIMIZI DUVARLARA DEGIL. BIZ AVRUPADA ACTIK BAYRAGI KADIKOYDE DEGIL. BIZ DUNYAYA POZ VERDIK SAKSAKCILARA DEGIL. VE BIZ IMPARATORLARLA BUYUDUK KESTANELERLE DEGIL.
*Gercekleri Tarih Yazar, Tarihide Galatasaray.
*Adana Ceyhan Herkes Cimbomlu Hade Sende Uyan.
*Cim Bom Bom'um Benim Biricik Sevgilim, Soyle Senden Baska Kimim Var Benim, *Seninle Aglarim Seninle Gulerim, Soyle Senden Baska Kimim Var Benim.
*Takım tutmak kolay, taraftar olmak "ZOR"'dur; İşte biz "ZOR"'u başarırız, diyenlerdeniz.
*Alemin kralıymış sarı civcivler, şampiyon olacakmış bordo hamsiler, avrupa fatihiymiş kara fatmalar, alemin tek kralı ultra aslanlar!
*1 gün herkes fenerbahceli olucak ama geri kalan 364 gün herkes GALATASARAY'lı olucak.
*Delikanlı adam kanatlı takım tutmaz, tutsada delikanlı olmaz. GALATASARAYLI olmak bir ayrıcalıktır anlatılmaz yaşanır.
*Cimbomluysan konuş İBRET alsınlar,fenerli isen sus ADAM sansınlar!!!

Aşk Sözleri

*Semadaki tüm yıldızlar sönünce, Gözlerinde gecenin yalnızlığını hissedince,İçten içe muhtaç olunca bir dost sohbetine,Unutma ki seni düşünen bir var bu şehirde....
*Hayallere dalıp gitmem ben, Çünkü tek hayalim sensin benim! Hiçbirşey isteyemem benÇünkü birtek istediğim sensin benim.
*Aşkınla sararıp solacak kadar,Sevginle bahtiyar olacak kadar Uğruna canımı verecek kadar seviyorum desem inanırmısın ?
*Belki hatıralar unutulup gidecek,Belki bu sevgier yok olup eriyecek,Ama şunu unutma,Bu kalp sonsuza dek seni sevecek...
*Gecenin karanlığında, güneşin ışığında,Suyun damlasında, selin coşkusundaKimi yanımdasın kimi rüyamdaAma hep aklımdasın sakın unutma...
*Bırakma beni sevdiğim gidişine dayanamam,Hasret gözyaşlarımla kendimi avutamam,Dönerim dersin ama kadere inanamam,Bıraktığın anılarla sensiz yaşayamam...
*Bir gül olmak isterdim, dalımdan koptuğum an yalnız senin için kopayım ve yalnız senin avuçlarında solayım diye bir tanem...
*Bir gül olmak isterdim, dalımdan koptuğum an yalnız senin için kopayım ve yalnız senin avuçlarında solayım diye bir tanem...
*Ağlayışımm terk edip gidişine değil. Ben, sensizken, senden diye sensizliğini de sevmiştim. Sen, seninle, seni de sensizliğini de alıp gittin...
*Aramızdaki mesafeler ne kadar uzun olursa olsun sonsuzluğa giden tüm yollara adını yazdım. Hangi yoldan geçersen geç seni sevdiğimi okuyacaksın...
*İnsanlar hep birilerinin peşinden koşarlar, ama dönüp de kendi peşlerinden koşanlara hiç bakmazlar...
*Sonbahara inat ağaç hala yeşermekte, geceye inat gün hala ağarmakta, ben ise kadere inat hala seni sevmekteyim. İnat bu ya, mahşere kadar "seni seveceğim"...
*Yanağına düşen kar tanesi eriyip dudaklarına indiğinde ve o bir damla serinliği biriyle paylaşmak istediğinde yüzünü rüzgara dön, ordayım!
*Seni seviyorum diyenin sevgisinden şüphe et, çünkü aşk sessiz, sevgi dilsizdir...
*Güneşin buz tuttuğu yerde bir alev görürsen bil ki o, yalnız ve yalnız senin için yanan kalbimdir...
*Gayem zat-ı alinizi taciz etmek değil, efkar-ı umumiyede muhabbet kurmaktır. Cevabı müspetiniz kalb-i hazalimi tamir-i temin edeceğinden, desti muhabbetinize talibim...
*Güzelsin, şirinsin, şahanesin. Çektiğim çileme tek bahanesin. Melek mi, şeytan mı bilmem ki nesin...
*Ben seni unutmak için sevseydim sana olan tutkumu kalbime değil, güneşin çıktığı zaman kaybolan buğulu camlara yazardım...
*Allah'ım canımı bir sonbahar günü al ki, o vefasız getirecek bir gül bile bulamasın...
*İnsanlar tanıdım yıldızlar gibiydi, hepsi parlıyordu, hepsi gökteydi. Ama ben seni, güneşi seçtim, bir güneş için bin yıldızdan vazgeçtim...
*Dünyada 2 renk gül olsun, biri kırmızı diğeri beyaz. Sen beni unutursan kırmızılar solsun, ben seni unutursam beyazlar kefenim olsun...
*Dünyadaki en güzel şeyi sana vermek isterdim ama seni sana veremem ki...
*Sen seni seveni görmeyecek kadar körsen, o da sana sevgisini söylemeyecek kadar gururludur...
*Zannetme ki gözlerim sana baktıkça bıkacak, ölsem de ruhum seninle kalacak, kapanırsa gözlerim senden önce bu hayata, inan ki son sözüm seni seviyorum olacak...
*Tek başıma değilim, ben ve ümitsiz aşkım var...
*Ayrılık küçük sevgileri öldürür, ama büyük sevgileri güçlendirir. Tıpkı rüzgarın mumu söndürüp, yangını körüklediği gibi...
*Bütün mevsimleri bir günde, bütün yılları bir mevsimde yaşamaya razıyım seninle... Bir tutam sevinç, bir tutam umut ve bir tutam mutluluk gönderiyorum sana...
*Başkasına kendinden fazla değer verme, ya onu kaybedersin ya da kendini mahvedersin...
*Dün çiçekcinin önünde bir gül gördüm, dünyanın en güze lgünü benim diye haykırıyordu... O gülü aldım, ama en güzel gül olduğu için değil... Seni görüp utansın diye!
*insanlar kirmizi güllerin pesinde kosarken ayaklari altinda ezilen papatyalarin farkina bile varmazlar...
*Öyle mutlu ol ki; güzellikler bile seni kyskansyn. Gözya?laryn yana?ynda nem de?il dadaklarynda kahkaha olsun. Mutluluklar hep senin olsun.
*Sen en mükkemmel sevgiyi hak edicek kadar güzel fakat herkezin seni sevmeyi hak etmiyeceği kadar özelsin...
*Bir su gibi berrak , bir cicek gibi sevgi yüklü , gökyüzü gibi yalyn, okyanus kadar derin, kelimelere sygmayacak kadar büyük bir sevgymyz oldugunu sakyn unutma !
*Bir su gibi berrak , bir cicek gibi sevgi yüklü , gökyüzü gibi yalyn, okyanus kadar derin, kelimelere sygmayacak kadar büyük bir sevgymyz oldugunu sakyn unutma!
*Ne seni unutmak için bir çabam var içimde, ne de aşkımı körükleyen bir rüzgar,ne de seni görmeden durabilecek kadar güçlüyüm,ne de seni görmeye dayanacak bir kalbim var.
*Seni bulmaktan çok aramak isterim! Seni sevmeden önce anlamak isterim! Seni bir ömür boyu bitirmek değil de sana hep yeniden başlamak isterim.

Korkunç olaylar

korkunç bir gece
bi gece vakti annemler teyzemde idi ben ve ablamtek başımıza idik.elektirikler kesildi.ben çok korktum.ablam mum aramak için mutfağa gitti.yarım saat olduu halde ablam gelmedi.´´abla bana saklanıyorsan hiç sırası deil.ve ne olduysa o an oldu.pencerede kanlı eller vardı.çıglık attım.hemen mutfaga koştum.ablam orada bayılmıştı.ablamı uyandırmaya çalıştım.ablam henüz uyanmamıştı kapı çaldı korkakorka kapıyı açtım ve o an elektirikler açıldı kabıdaki ablamdı mutfaga koştum ve orada ablam yoktu.kabıdaki ablam ise daha demin ki yatan kımdi ablama nerede oldugunu sordum oda bana ´´mum yoktu bense sana çarşıya gittigimi soledim dei.ve şimdi 18 yaşındayım deliler hastahanesindeyim

ışıkları açmadığın için memnunmusun
Bir gün İngiltere'de bir evde çok iyi iki arkadaş varmış.Bunlardan biri bir gün baska bir arkadasına ders çalışmak için gitmiş.Arkadasıyla vedalaşıp gitmiş.Evden 100 metre uzaklaşınca kitabını unuttuğunu anlamış ve eve geri dönmüş.Eve girdiğinde heryer karanlıkmış.arkadasının uyuduğunu sanıp lambayı acmamış.Yukarı çıkmış ve kitabını alıp gitmiş.Eve döndüğünde odaya girmiş ve heryer kan içindeymiş.Duvarda kızın kanıyla yazılmış bir yazı görmüş.''ışıkları acmadığın için memnun musun?''

korkulu rüya
O gün korkutucu bi perşembe gecesi idi.Yatsı namazını kılmamıştım.İçim sinmeyerek yatağa girmiştim,uykuya dalmıştım artık.Nedense uykuyu namaza tercih etmiştim lakin bu büyük bir hata idi.Neyse uyuyordum,sonra fevkalade korkunç bir rüya görmeye başlamıştım.Kendimi yine yattığım yerde görüyordum,vakit de gece idi.Sonra odada kendimi uyuyorken görüyordum.Mışıl mışıl uyuyordum.Kendimi şöyle bi temaşa ediyordum,gecenin sessizliğiyle dolmuştu uyuduğum oda.Sonra aniden rüyada iken yatsı namazı kılmadığım aklıma geldi.Ardından fevkalade yüksek sadalar işitmeye başladım.Bi yatakta yatan kendime bakıyordum bi de kara suratlı ilginç yaratıklara.Halimin pek elim ve vahim akıbetle biteceğini sezmiştim.O siyah suratlı koca yaratıklar 3 taneydi.Kendimi yatakta izlerken korkup kendi içime girdim,yani riya bitmiş uyuyordum.Uyku ile uyanıklık arasında bir safha geçiriyordum.O koca 3 yartığın varlığını sezdim.Sırtıma,kafama müthiş basınç uygulanıyordu.Yani üstümde bir ağırlık varmış gibiydi ama hafifti.Sonra uykudayken içimden Ayet-el Kürsi okumak geldi.Uykudayken ruhum Ayet'el Kürsi okuyor ve Besmele çekiyordu.En sonunda 3 yaratığın sesi kesildi ve gittiler.Ondan 5 dakka sonra uyandım ve kendim Ayet'el Kürsi okudum.Biliyordum bu yatsı namazını kılmamamın cezası idi.Allah biliyor bir de ben biliyorum bunu.Siz siz olun her zaman BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM deyin ve rica ediyorum namazlarınızı kılın.İnanmak istemeyenler inanmasın.Ama bu olay gerçek.

öldüren saç modası
1970'lerde, saçları dimdik, yukarıya doğru kalıp gibi yaptırmak moda olmuş. Buna uymak için insanlar saçlarını yaptırıyo, haftalarca da yıkamıyolarmış. Bir liseli kız, okulundaki en yüksek saç yarışmasını kazanmak için saçlarını bu şekilde yaptırmış. Eve dönerken saçları örümcek ağına takılmış ama farketmemiş. Okuldaki yarışmayı kazandıktan sonra saçlarını birkaç hafta yıkamamış. E havasını atacak ya, banyoya kafasına bi torba geçirip giriyomuş. Bi gün okulda sınav olurken kız aniden, şak diye bayılmış. Hastaneye kaldırmışlar, fakat maalesef kurtaramamışlar. Doktorlar ölüm nedenini anlamak için otopsi yaparken, kızın saçlarını aralayınca morgu binlerce örümcek basmış. Meğerse kızın takıldığı ağdaki örümcek, kafasının içine yumurtlamış ve o örümcekler sonraki birkaç hafta da kızın kafa derisini kemirip beynine girmişler. Bu olaydan sonra Amerika'da, saçlarını öyle havaya doğru yapmak.

şeytan
Yıl 1994 temmuz ayı cumartesi akşamı.. Ben ve kardeşim o akşam yemek yiyorduk ve aniden zil çaldı, kapıyı annem açtı.Kapıda olan kişiler arkadaşlarımdı ve bizi aşağıya çağırıyorlardı saat 10.00'na geliyordu sofradan kalkar kalkmaz aşağıya indik arkadaşlarımızla her gece korkunç hikayeler anlatırdık, (Gece dedim çünkü sabahlara kadar oturur hikayeler anlatır oyun oynardık) her kafadan bir hikaye çıkardı ortaya ama birbirimizi korkutmak için yarış yapardık.O akşam herkez hikayesini anlattıktan sonra oyun oynamaya karar verdik, o zamanlar 11 yaşındaydım ve saklanbaç oynamayı çok seviyordum. Ebe saymaya başladığında herkes yerini almıştı ve bende, tabiki ben o anki olacak olaylardan haberdar değildim, kim bilirdiki şeytanı karşımda göreceğimi neyse konuya geçelim ben yerimde ebenin saymayı bitirmesini bekliyordum ebenin saydığı binanın yan tarafındaydım ebebin sayması bitmediği için sıkıntıya girmiştim o, an arkamı dönmemle dona kalmam bir olmuştu şimdi şeytanla karşıkarşıyaydım o herkesin bildiği gördüğü bir tipten değildi (tabii ki görenler için..) 2 metre boyu,yumruğum kadar iri ve kıpkırmızı gözleri çatal biçiminde uzun asası 2 adet iri buynuzları ve üstünde siyah birşeyi vardı ama ayakları yoktu evet yanlış okumadınız ayakları yoktu adeta uçuyordu o, anda vücudum çözülü vermişti hemen bahçenin ortasındaki kuyunun arkasına saklanmıştım ebe ağladığımı duyunca hemen arkadaşlara haber verdi bu şeytanı yakın arkadaşımda görmüş ve oda çok korkmuştu. (ismini vermeyeceğim.) Ve bu olaylardan sonra her pisliğin yanında cinlerin olduğuna şaitlik ettim. Ertesi sabah şeytanı gördüğüm yere geldik orada bulunan ev bomboştu evin içinde bir el vardı ve sanki el bizi seyrdiyordu önce inanmadık sonrada banyoda gördük ev zemin kattaydı banyonun penceresinden içeri yumurta kartonu attık ve karton geri geldi ve bu olay bi kaç defa gerçekleşti ne zaman oraya gitsek üst kattakilerin kızını yerde baygın buluyorduk ve bu olaydan sonra bişey farkettimki ne zaman korkunç hikayeler anlatsak ozaman kötü şeyler oluyordu ama anlatmayıda seviyorduk. Bu yüzden siz siz olun sakın korkunç şeylerden bahsetmeyin eğer cinlerden bahsedecekseniz kötü varlıklar diye konuşun, bunu sakın unutmayın..

mezarlıktaki yangın
Şu an 17 yaşındayım ve olay bundan 3-4 sene evvel YAŞANMIŞTIR. O yaz en büyük zevkimiz arkadaşlarla gece aşağı inmek idi ve hemen hemen indiğimiz her gece birbirimize korku hikayeleri anlatırdık. Anlattığımız hikayeler genelde kendi hayal ürünümüz olurdu fakat anlatırken sanki yaşamış gibi anlatırdık ve kendi uydurduğumuz hikayeye o ortamın verdiği gerilimle kendimiz de inanır ve korkardık. İçimizde en çok hikaye anlatan Nedim diye bir arkadaşımız idi. Nedim yaşça bizden büyüktü ve bizi korkutmayı iyi başarıyordu açıkçası. Yine böyle bir gecede Nedim bize çok ilginç bir hikaye anlattı. Hikayeye göre bazı insanlar sebepsiz yere içlerinden gelen bir ateşle küle dönüşecek kadar yanıyorlarmış. Bu yanma o kadar çabuk gerçekleşiyomuşki, kendisini kurtarmaya zamanı olmuyormuş kurbanın. Ayrıca bu olay kurban yalnızken gerçekleşiyormuş, yani görgü tanığı olmuyormuş hiçbir zaman. Bu anlattığı hikaye ilginç olduğu kadar inandırıcı gelmemişti çoğumuza. Fakat Nedim evinden getirdiği ansiklopedi de yazılanları bize gösterince tüylerimiz diken diken olmuştu hepimizin. Bu olaylar gerçek yaşanmış olaylar olarak anlatılıyordu ansiklopedide kanıtları ile. O gece eve koşar adımlarla çıktım ve bütün gece gözlerime uyku girmedi. Ertesi gün ise belki hepimiz için hayatımızın en korkunç günü olmuştu. Gelen habere göre Nedim bir sokak arasında ölü bulunmuştu ve işin ilginç yanı Nedim'in gömüldüğü mezarlıkta 1 hafta sonra yangın çıkmıştı ve bütün mezarlar yok olmuştur.İnanmayan arkadaşlar eski gazeteleri karıştırabilirler. Tarih: 3 Eylül 1997, Mersin mezarlığı orman tarafında onlarca mezar yanmıştır..

yılan
1998 yılının Temmuz ayında saat 12 veya 1 tam emin değildim kapı çaldı.Evde herkes uyuyordu.Ben o zamanlar 13 yaşındaydım.Korka korka kapıyı açtım ve bir de ne göreyim kapıda upuzun bir yılan!Yılanı görür görmez çığlık attım ve bayılmışım.Uyandığımda sabah olmuştu.Annem o saat kapının önünde ne aradığımı sordu.Bende yılan gördüğümü anlattım.Benim rüya gördüğümü söylediler.Geldiklerinde yılan falan olmadığını söylediler.Neyse ertesi günün gecesi uyuyamıyordum.Her an kapı çalacak diye korkuyordum.Maalesef korktuğum başıma geldi.Kapı çaldı.Hemen annemin yanına gidip onu uyandırdım.Kapı o zaman hala çalıyordu.Anneme söylediğimde bana inanmayıp,kapı zilinide duymadığını söylüyordu.Aklımı oynatacak gibi oldum.Sonra beni yatağıma götürdü.O gidince kapıyı korkarak açtım.Bu sefer karanlıktı ve hiçbirşey yoktu.Kapıyı kapatacakken bir ses duydum ama hemen kapıyı kapattım.Delikten baktığımda ise temiz yüzlü güzel bir kız gördüm.Hemen kapıyı açtım.Keşke açmaz olaydım.Kocaman gözlü ayakları olmayan elimde asası olan bir şey gördüm ve bağırdım.O hemen yok oldu.Sabah uyandığımda elime bir not sıkıştırılmıştı.İçinde belki bir gün başarırım yazısı vardı.Şuan 34 yaşındayım fakat zannediyorum hala başaramamış.

dehşet gece
Arkadaşlarımla bir köyü ziyarete gittik Trakya köyü idi.İçkiler hızla gidiyordu. Ben patikadan köy bakkalına gittim dönüşte önüme bir yılan çıktı .Arapça Allahın izniyle önümden çekil dedim ama çekilmedi bende Cin değil deyip bastım üstüne (karayılan zararsız )yarım saat sonra 2 jandarma gelip beni sordu kıyafetimle ismimle değil neyse ben gittim jandarmayla ama araç yoktu yürüyerek gidiyorduk, tam yılanı ezdiğim yere gelince birden bir mahkeme salonuna benzer ortam kuruldu dehşete düştüm bağırdım ama kimse duymuyordu .Hakime benzer yaratık benden birinin şikayeti olduğunu söyledi kim dedim o anda bir bacağı ve kolu kırık bir adam geldi ve bağırarak; --Bu yaptı beni ezdi şikayetçiyim damarlarını tıkayıp öldürmek istiyorum.(cin çarpması denen şey budur bilmeyenler hocaya sorsun) Hakim;--bana anlat Türkçesi allahın izniyle yolumdan önümden çekil demek olan cümleyi söyledim dedim fakat kolu bacağı kırık adam atlayıp yalan dedi birden olay yeniden oluştu evet benden 2 tane vardı aynı olaylar oluyordu ve ben izliyordum hakim karar verdi o adam kılğındaki Cin'i astılar beni jandarma kılığında eve geri götürdüler ve kendilerinin Cin olduğunu söylediler adalet yerini buldu o mahkeme benim aklımı başıma getirdi artık içmiyorum ama çok namazda kılmıyorum alışkanlık napalım o asılı adam ertesi gün birçok köylü tarafından iple boğulup asılmış bir karayılan olarak görülmüş (arkadaşlarım söyledi) bastığım yar hala duruyormuş.

otostopçu hayalet
Adamın biri, bi cumartesi gecesi evine dönüyomuş. Birden 15-16 yaşlarında sevimli bi kızın yolun kenarında otostop yaptığını görmüş. Adamın da aynı yaşlarda iki kızı varmış. Hemen arabayı kızın yanına yanaştırmış, "Gece yarısı böyle ıssız bir yerde n’apıyosunuz Allah aşkına? Bu saatte otostop mu yapılır?" demiş. Kız, "Uzun hikaye. Rica etsem beni evime götürür müsünüz? Buraya çok yakın. Bu iyiliğinizi ömür boyu unutmam" diyerek arka koltuğa oturmuş. Kızın üzerinde cicili bicili, hoş bi elbise varmış. Evinin adresini vermiş. Gerçekten de yakınmış ev. Adam eve vardığında önünde durmuş, "İşte geldik küçük hanım" diyerek arka koltuğa dönmüş ama arkada hiç kimse yokmuş. Gözlerine inanamamış tabii. Hemen arabasından inip evin kapısını çalmış. Beyaz saçlı, çok yorgun görünen yaşlı bi kadın açmış kapıyı. Adam heyecanla, "Bana inanmayacaksınız ama yoldan küçük bi kız aldım. Bana buranın adresini verdi ama tam geldiğimizde..." Yaşlı kadın adamı susturmuş, "Biliyorum, biliyorum" demiş, "Sonra da ortadan kayboldu di’mi? Bu başımıza ilk defa gelmiyor. Her cumartesi akşamı aynı şey olur..." Meğer kız bir cumartesi gecesi diskodan dönerken trafik kazası geçirmiş ve oracıkta ölmüş. Şimdi her cumartesi gecesi kazada öldüğü yerden otostop yapıp evine gelmek istiyomuş ama bunu bugüne kadar başaramamış. Kadın bunları anlatırken adamın gözü piyanonun üzerindeki kızın fotoğrafına ilişmiş. Evet, kız aynı kızmış ve üzerinde de aynı elbise varmış..

kimse yokmu
O gece arkadaşlarla egleniyorduk bütün ışıkları kapatıp mum ışıgında oturuyorduk, mısırlar çerzler bittikten sonra ruh çagırmaya karar verdik çagırmamız biraz zor oldu ama o çoktan gelmişti istedigimiz bütün soruları sorduk ama o bize yazı yazarak cevaplıyordu daha sonra bu ruhlar çogalmaya başladı kovmak istedik ama bize bi şartla dedei birinizin bacagının kılını yakmam gerekir dedi. Ben zaten gözlerimi açamıyardum açsam biliezaten görünmüyordu neyseki arkadaşımın bacagının kılını yaktılar gidin dedigimizde biz gidiyoruz arkamızdan siyahlar geliyo diye kagıda yazdılar herşey şimdi başlıyodu yüzleri güzükmeyen ama oldukça karaya bürünmüş iki kişi vardı hepimizin arkadaşlarımın ve benim ne zaman ölecegimi söyledi ve gitti 2 ay önce Idil arkadaşımızı kaybettik ve onun dedigi doru çıktı ve ben şimdi çok korkuyorum ailelerimizi bu duruma inandıramıyoruz arkadaşlar dualarınız bizde olsun..!

kanlı perdeler
Bir yaz günü arkadaşlarla bizim sitede oyun oynuyorduk.gece sularıydı,oturduk, konuştuk, sonunda canımız sıkıldı ve saklambaç oynamaya karar verdik.Ben arka tarafta bulunan çok eski yıkık dökük evin içine saklanmaya karar verdim.Kapıyı ittim girdim,girmez olaydım.Evin içinde yırtık perdeler vardı ve işin korkunç yanı hepsi kan içindeydi,korktum fakat benim kendime özel saçma batıl inanışlarım vardı.Bu yüzden çığlımı içimden attım,kendi yüzümü tahmin edebiliyordum.Gözlerim kocaman olmuş ve mosmor olmuşum.İçerden sanki sesler geliyordu çekiçle biryere vuruyormuş gibi,orayadoğru gittim ama içimden gitmemek geliyordu.ne yazıkki merakımıda yenemiyordum.Girdim kanlar vardı, neolduğunu anlayamadığım bir varlıkyüzünü bana döndü.bir çığlık atmışım ki arkadaşlarım duymuşlar ve gelmişler.Onlara herşeyi anlattım.içeri girip baktılar ama birşey görmemişler,çok garipti,ondan sonra birdaha bilmediğim yerlere gitmedim.( olaya inanmayanlar 2001 ingazetelerini karıştırsınlar.haziran ayı.)

dikkat!!!
Arkadaslarla bir kac kez seytan cagirdik, ama korkutmuyordu bizi cünkü gelmemisti... ama ... sonra... Bir gün yine cagirdik, ama bu sefer ikimiz arkadasimla ve sonra geldi ... Bizle ilk oynadi ve bizde onla .. ama sonra... is cittiye döndü, arkadasim (s) dediki bize kendini göster ilk basta hayir yazi geldi ve sonra evet ve birden... Cok kötü ses duyuldu korktuk aynaya dogru bakin diye yazi geldi ve bizde baktik.. sonra olacaklari sizde düsüne biliyorsunuzdur ...... ONU GÖRDÜK !!! ama birden yok oldu!!!! sonra yine yazi geldi gidiyorum diye, ama yine gelicem. Bütün gün uyuyamadim arkadasimla!!! gelmedi, ama sabah kalktigimizda ikimizde farkina varmadik ikimizinde elinde cizikler vardi buna inanin cünkü bu herkezin basina gelir ve sakin onun ismini almayin.. YOKSA SIZE DOGRU GELIR!!!!!

ses
Bir akşam saat 9-10 civarlarında arkadaşlarımla korkunç hikayeleri birbirimize anlattıktan sonra bi arkadaşımın babası köye eşyalarını taşıyolardı az sonra bahsedeceğim bi arkadaşla adamlara yardım ettik.Onlar gittikten sonra biz dinlendik ama susamıştık.Su içmeye gidiyoduk etrafta sadece sokak lambasının ışığı vardı su içmeye gittiğimiz yer bir inşaatın zemin katıydı.Su içmeye başladık ilk arkadaşım içti sonra ben.Arkadaşım ÜÇ HARFLİLERE çok inanırdı onun aklına hemen şu geldi :"geceleyin yere su dökmek ÜÇ HARFLİLERİN (CİN) sofrasına su dökmekti ve Üç.Harf.. bu olaya çok sinirlenir su döken kişiyi çarpardı bunu bana arkadaşım anlattı bende ona "off sende bunlara çok kafayı taktın ondan mı korkuyon" dediğim sırada inşaatın arkasında garip kulak yırtıcı bir ses geldi arkadaşım ordan korkuyla uzaklaşırken ben arkama baka baka ordan uzaklaştım. NOT:Ben bir delil veremiyecem ama bu olay GERÇEK

19 Mart 2008 Çarşamba

Bilim Adamları

Albert Einstein



En ünlü fizikçinin kim olduğu bir kimseye sorulduğunda; cevap büyük olasılıkla Albert Einstein olacaktır. 1905'de; Einstein, fiziğe bakışımızı değiştirecek olan beş makale yayınladı. Onun modern fiziğe büyük katkısından dolayı, makalelerinin yüzüncü yılı anısına, 2005 Dünya Fizik Yılı için tema olarak "21. yüzyılda Einstein" alınması kararlaştırıldı.


Einstein içine kapanık, oyundan hoşlanmayan, geç konuşmuş (bazı rivayetlere göre 4 yaşında) bir çocuktu. Bu yalnızlık döneminin izlerini tüm yaşamı boyunca korudu. Annesi Paulin' in isteği üzerine 6 yaşında keman dersleri almaya başladı. Klasik müzik kültürü, yaşamı boyunca onun için dinlendirici bir uğraş olacaktı.

Cep pusulasının esrarıyla soru sormaya başladı. Bir pusulanın iğnesi neden hep aynı yönde dönüyordu? 4-5 yaşlarında kendisine sorduğu bir soruydu bu. 12 yaşına geldiğinde Pisagor teoremiyle tanıştı ve görünürdeki karmaşıklığa karşın bir dizi olgunun basit bir açıklaması olacağına inanmaya başladı. Liseye yazıldı. Sonra 1894' te babasının işi bozuldu ve aile, İtalya' nın Milano kentine göç etti.

Einstein da Bir Zamanlar Üniversite Sınavını Kazanamamıştı!
Einstein, bir delikanlı olarak pek az zeka umudu verdi. Bir öğretmeni “sen asla bir şey olamayacaksın Eistein” sözleri üzerine katı bir disiplini ve skolastik eğitim uygulayan Alman okul sistemini terk etti. 16 yaşında iken Zürih Teknik Üniversitesi'ne girmek istedi. Ama matematik dışındaki konularda -modern diller, zooloji ve botanik bilgisi- eksik olduğu için üniversiteye alınmadı. Ancak o yılmadı. Bir liseye devam etti, lise diploması aldı, 1896' da Zürih Teknik Üniversitesi' nin fizik ve matematik öğretmeni yetiştiren bölümüne kaydolmayı başardı .
Zürih Teknik Üniversitesi, onun düşüncelerini şekillendirdi. Öğrenime başladığı zaman büyük matematikçi Hermann Minkowski ile karşılaştı. Her bilim adamının iyi bir öğretmen olduğu söylenemez. Einstein, Minkowski' nin derslerini pek ilgi çekici bulmadı; ama kuramlarının matematiksel formülasyonunda Minkowski, ona esin kaynağı oldu. Doğrusu, Minkowski de o zamanlar Einstein’i sevmiyordu, çünkü ona “tembel köpek” diyordu.
Einstein, Teknik Üniversiteden 1900' de mezun oldu; İsviçre vatandaşlığına geçti; kısa bir süre öğretmenlik yaptı. Disipline karşı tutumu yüzünden öğrencilerin tarafından çok sevilen, fakat başarısız bir öğretmendi. Einstein Halya’da bir tatilden sonra, eğitimini İsviçre Federal Politeknik Okulu’nda 1901'de tamamladı; çok az derse girdiği halde, bir arkadaşının tuttuğu mükemmel ders notları sayesinde kursları geçmeyi başardı. Einstein akademik bir görev bulamayınca, 1902' de İsviçre' nin Bern kentindeki patent bürosunda memur ("üçüncü sınıf teknik uzman") olarak çalışmaya başladı. Görevi, bürodan onay almak üzere teslim edilmiş birçok icat arasından seçim yapmaktı.



1879- 14 Mart'ta Almanya‘nın Ulm kentinde doğdu.
1880- Babası Hermann Einstein elektrik malzemeleri üreten bir fabrikada iş bulduğundan Münih'e taşındılar. Yavaş gelişen, hatta konuşmayı da geç öğrenen Albert, bir katolik okulunda öğrenime başladı. Okulda durgunluk, çekingenlik ve hatta ilgisizlikten başka dikkati çeker tarafı yoktu. Orta öğrenimi de kendisi için çok olumsuz bir hava içerisinde geçti.

1888- Luitpold Lisesine başladı. 1894- Ailesi İtalya'ya giderken kendisi Almanya'da kaldı ve sıkıntıdan okulunu bitiremedi.
1895- İtalya'daki ailesine katıldı, Zürih'teki ETH sınavlarında başarısız olduğundan İsviçre'nin Aarau kentine gitti.

1896- Liseyi Zürih’in Aarau kentinde bitirdi. Zürih'teki ETH’nın (Isviçre Federal Teknoloji Enstitüsü) fizik ve matematik öğretmeni yetiştiren bölümüne yazıldı.




1900
EHT’yi altı tam puan üzerinden 4.91 ortalama ile bitirmesine rağmen başvurduğu hiçbir profesör, ilgisizliği yüzünden Einstein’ı asistan olarak almayı kabul etmemişlerdi.
1901
İsviçre vatandaşı oldu. Varis ve düz taban oluşunu öne sürerek askerlik yapmayı reddettiğinden geçici olarak öğretmenlik yaptı.
1902
Üçüncü sınıf teknik uzman olarak 3500 SwFr maaşla Bern Patent Ofisinde göreve başladı. Aynı zamanda Zürihte burslu öğrenciyken gayrimeşru kızı Lieserl doğdu.


1903
6 Ocakta Mileva ile evlendi.1904
14 Mayısta ilk oğlu Hans Albert doğdu.1905
Einstein'nın harika yılı:
Zürih Üniversitesinde moleküler boyutluluk üzerine doktora tezi kabul edildi. Annalen der Physik dergisinde ikisi özel relativite, biri kuantum teorisi ve biri de Brownian hareketi üzerine olmak üzere 4 makalesi kabul edildi.

1906
İkinci sınıf teknik uzman kadrosuna terfi etti ve maaşı 4500 SwFr oldu.
1907
Einstein'nın “hayatımın en mutlu fikri” dediği gravitasyonel alanın ivmelenmeye eşit olduğu yani genel relativite düşüncesini geliştirdi.


Einstein ve birinci Eşi Mileva
1909
23 Ekimde Patent ofisinden istifa ederek Zürih Üniversitesinde doçent olarak çalışmaya başladı.
1910
28 Temmuzda ikinci oğlu Eduard doğdu.1911
Prag’da Alman Üniversitesinde Profesör olarak çalışmaya başladı.
1912
İsviçreye Profesör olarak geri döndü.

1914
Aralarında Nernst ve Planck gibi birçok ünlü fizikçinin bulunduğu Berlin’deki Kayzer Wilhelm Bilim Kurumunda Profesör olarak çalışmaya başladı. Ayrıldığı eşi Mileva oğullarıyla birlikte Zürih’e döndü. Einstein bu yüzden bir bekar dairesinde yaşamaya başladı.
1915-Genel relativite teorisini tamamladı. Bu teori ile uzay ve zaman için eski teorileri alt üst eden yeni bir çekim anlayışı ortaya koydu. Aynı zamanda Halkı “Avrupalılara” katılmaya çağıran savaş karşıtı manifestoyu imzaladı.
1916- Birincisi gravitasyonel dalgalar ve diğeri kendiliğinden ve uyarılmış ışığın emilimini içeren 10 makale yazdı. “The Origins of the General Theory of Relativity” dergisini yayınladı. “Alman Fizik Topluluğu”nun Max Plank'tan sonraki başkanı oldu.


1917-
Berlinde Kaiser-Wilhelm Enstitüsünün kurucu başkanı oldu. İkizler paradoksu üzerine makale yazdı, kozmolojik sabiti ortaya attı. Aşırı çalışması karaciğer sorunlarına, mide ülserine ve sarılığa yol açtı. Bu hastalıklar yüzünden aylarca yatakta kaldı, bu süre boyunca ona kuzeni Elsa Einstein Löwenthal baktı.
1919- Elsa ile 2 Haziranda evlendi. Mileva ile boşanma anlaşmasına alacağı Nobel Ödülünden alacağı paranın Mileva'ya verileceği şartı yazıldı. Güneş tutulmasını gözleyenler güneşin yıldızlardan gelen ışığı eğeceği öngörüsünü doğruladılar.
Einstein ve ikinci Eşi Elsa




1921- Einstein, şöhretinin, Alman hükümetindeki yahudi karşıtı milliyetçiliğin artması ve Kudüs’teki Hebrew Üniversitesine para toplamak amacıyla Amerika’ya gitti. Aynı zamanda Uluslararası Ticaret Birliği kongresine katıldı.

1922- 1921 Nobel Fizik Ödülüne “Teorik fiziğe yaptığı katkılar ve özellikle fotoelektrik olayı bulduğu için” layık görüldü. Para ödülü olan 32000$ ‘ın Mileva'ya verilmesini istedi. Birleşik alanlar teorisi üzerine ilk makalesini tamamladı.


1924- Einstein Enstitüsü Potsdam'da kuruldu. Einstein, Bose-Einstein yoğunlaşmasını öngördü.
1927- Brükseldeki 50. Solvay Kongresine katıldı ve Neils Bohr ile kuantum teorisini tartışmaya başladı.

Einstein Solvay Kongresi'nde
Ön Sıra: I. Langmuir, M. Planck, Mme. Curie, H.A. Lorentz, A. Einstein, P. Langevin, Ch. E. Guye, C.T.R. Wilson, O.W. Richardson Orta Sıra: P. Debye, M. Knudsen, W.L. Bragg, H.A. Kramers, P.A.M. Dirac, A.H. Compton, L. de Broglie, M. Born, N. Bohr Arka Sıra: A. Piccard, E. Henriot, P. Ehrenfest, Ed. Herzen, Th. De Donder, E. Schrödinger, E. Verschaffelt, W. Pauli, W. Heisenberg, R.H. Fowler, L. Brillouin



1933Nazilerin başa geçmesiyle Almanya'yı terk ederek Prinstondaki “Advenced Study” Enstitüsüne katıldı. Kozmolojik sabiti reddetti.
1935Boris Podolsky ve Nathan Rosen ile kuantum teorisine karşı keskin makaleler yazdı.
1936Eşi Elsa vefaat etti.
1939Bakşan Roosevelt'i atom bombasının tehlikelerine karşı uyarmak için yazılan mektubu imzaladı.

1940İsviçre vatandaşlığından ayrılmadan Amerikan vatandaşı oldu.194465 yaşında Princeton'dan emekli oldu. 1905'de yazdığı özel relativite makalesini müzayede için yazıya döktü.1946Atomik Bilimadamları Acil Komitesinin başkanı oldu. Dünya devletleri örgütünün kurulması çağrısında bulundu.1952İsrail başbakanı olması için İsrail Başbakanı tarafından teklif edildi ve red etti.1955Halkları nükleer silahlardan haberdar etmek için “Russell-Einstein Manifestosunu” imzaladı. 18 Nisanda saat 01'de Princeton'da aort yırtılmasından öldü. Beyni Thomas Harvey tarafından çıkartılıp, bedeni krematoryumda yakıldı.Fiziğe getirdiği yeniliklerle bilimin gözlerini açmasında Einstein hiç kuşkusuz çok önemli bir role sahiptir.


İKİNCİ BÖLÜM

Einstein Arşivi - 16.11.2006 Düzenleme
20. yüzyılın en büyük fizikçisinin 900 kadar bilimsel ve kişisel yazısı, israil’deki ibrani Üniversitesi’yle California Teknoloji Enstitüsü’nün işbirliğiyle oluşturulan bu yeni sitede orijinal halleriyle kullanıma açıldı.Dökümanlar arasında, özel görelilik ve genel görelilik kuramlarının yanısıra, bilime daha az bilinen katkıları da bulunuyor.
http://www.alberteinstein.info/

Einstein Kendi Formulünü Kendisi anlatıyor.

Einstein ın kendi sesinden kendi formülünü anlatışı.
Einstein kayıtta aşağıdakileri söylüyor. takip edebilirsiniz.

E = M.C2
Einstein'ın sesleri:
Einstein Voive1.mp3 -109K
Einstein Voive1.au -436K

"It followed from the special theory of relativity that
mass and energy are both but different manifestations of the same thing -- a somewhat unfamiliar conception for the average mind.

Furthermore, the equation E is equal to m c-squared, in which energy is put equal to mass, multiplied by the square of the velocity of light, showed that very small amounts of mass may be converted into a very large amount of energy and vice versa.


The mass and energy were in fact equivalent, according to the formula mentioned above. This was demonstrated by Cockcroft and Walton in 1932, experimentally."



EINSTEIN 'DAN ALINTILAR

John Hopkins Yayınevi tarafından Ze'ev Rosenkranz imzasıyla yayınlanan Einstein'dan Alıntılar (Einstein Scrapbook) isimli kitap, 20 yüzyılın en çok ilgi çeken bilim adamının hayata bakışını gözler önüne seriyor.Ünlü fizikçinin sözlerinden derlenen kitap, Einsten'ın sadece parlak bir zekaya değil, alçak gönüllü ve korkusuz bir kişiliğe sahip olduğunu da gösteriyor.3/4/2003
İşte Einstein'dan bazı alıntılar:“Özel bir yeteneğim yok. Sadece fazlasıyla meraklıyım.”” Modern öğretim metodlarının, araştırmanın kutsal merakını boğazlamamış olması mucizeden başka bir şey değildir.”“Ricanıza kabul edemedeğim için üzgünüm, ancak analiz edilmemiş olmanın karanlığında kalmaktan çok memnunum.” (1927 yılında kendisine psiko analiz yapılması teklif edildiğinde verdiği cevap)“Deneyimleyebileceğimiz en güzel şey gizemdir. Gizem, bütün gerçek sanat ve bilimin kaynağıdır.”“İnsanoğlunun kendisi ve kaderiyle ilgilenmek, bütün teknik çabaların ana amacı olmalı. Çizelgelerinizin ve denklemlerinizin arasında bunu asla unutmayın.”“Kör bir böcek, bir kürenin yüzeyinde sürünürken, takip ettiği yolun kavisli olduğunu farketmez. Ben bunu farkedecek kadar şanslıydım.”“Tekrar genç bir adam olabilseydim, bir bilim adamı ya da akademisyen ya da öğretmen olmaya çaılşmazdım. Mevcut durumlar dahilinde bana daha fazla bağımsızlık vermesi ümidiyle tesisatçı ya da seyyar satıcı olmayı seçerdim.”“Matematik konusunda çektiğiniz zorluklardan yılmayın. Sizi temin ederim benimkiler hala sizinkilerden daha büyük. (12 yaşındaki bir çocuğa mektubundan)“Eğer Amerika'daki herkes sizin davrandığınız gibi davransaydı, bu ülke savunmasız kalırdı ve köleliğin tutsağı olurdu.” (Bir savaş karşıtına mektubundan, 1941)“Ben kederim” (Hiroşima'nın bombalandığını duyması üzerine, 1945)“Otoriteye karşı duyduğum küçümsemenin cezası olarak, kader beni de bir otorite yaptı.”


III. BÖLÜM
Einstein'ın Teoremleri
Uzay ve Zaman
Einstein teorisine göre uzay zaman eğridir.Uzay zamanın eğriliği kütle çekimi, yani gravitasyona eşittir.Bunuanlatacak bir örnek: Bir portakalın üstüne üç toplu iğne batıralım ve bu toplu iğnelere göre bir bıçakla portakalı keselim.Ortaya portakal kabuğundan yapılmış bir üçgen çıkacaktır.O üçgeni alıp masaya koyarsanız üçgenin kenarlarının düz olmadığını görürsününüz.
Düz bıçakla kestiğimiz kenarlar eğridir.Şimdi aynı şekilde diyelimki siz dünyadan bir uyduya bir sinyal gönderdiniz.O da bu sinyali başka bir uyduya gönderdi ve ikinciuydudan sinyal tekrar dünyaya aksettirildi.Işığın yörüngesi en kısa mesafedelerden oluşan bir jeodezik üçgendir.
Eğer güneş bu üçgenin içinde ise o zaman ortaya çıkan kenarları dışa doğru eğri bir üçgendir, tıpkıportakal kabuğu gibi.
Çünkü güneşin kütlesinden dolayı ışık eğri bir yörünge takip ediyor.Bunu güneş tutulması esnasında arka plandaki yıldızlarının yerlerinin kaymasından görmüştük.
Şimdi Einstein gibi şöyle düşünebilirsiniz : Ben güneşi ortadan kaldırayım ama uzay zamanı o üçgeni verecek şekilde eğri yapayım, tıpkı portakalın üstünde olduğu gibi.Bir bakış açısına göre güneşin kütle çekimi ışığın yörüngesini saptırıyor düz olmaktan.Öteki görüşte güneş hiç ortada yok, uzay zamanın eğriliği ışığın yörüngesinin düz olmamasını sağlıyor.
Kuantum
Atomaltı dünyada geçerli olan ve kuantum mekaniğince betimlenen ilişkilerin garipliğini hepimiz az çok biliyoruz.Gelgelelim, iş bu garipliklerin nedenine geldiğinde, açıklamak için ortaya fırlayacak gönüllü yok.Ya daşimdiye değin yoktu diyelim: Bir İngiliz bilim adamı, iddalı bir öneriyle bu garipliklerin sırrını çözdüğünü söylüyor.
Kuantum dünyasını yöneten ilke belirsizlik.Örneğin, bir atom çekrdeği çevresinde dönen bir elektronun yörüngesi, üst üste binmiş bir olasılıklar bulutu.Bu belirsizlik, ancak bir ölçüm yapıldığında somut ve tek bir değere kavuşuyor.Ancak bu "gerçek" değer de aslında gerçek değil;çünkü yapılan gözlem parçacıkların ya konumunu, ya da hızını çarpıtıyor.Kuantum dünyasının bir başka garipliği de, birbirinden çok uzakta bulunanbir parçacık çiftinin iki üyesinden birine yapılan müdahalenin, ötekini de aynı anda etkilemesi.
Warwick Üniversitesi fizikçilerinden Mark Hadley, Einstein'ın bir önerisinden yararlanarak bu bilmeceyi çözdüğünü öne sürüyor.Büyük ölçekte Evren'i başarıyla açıklayan genel görelilik kuramının sahibi Einstein, parçacıkların aslında uzay içinde küçük bükülmeler olduğunu öne sürmüştü.Hadley de bu düşünceyi geliştirerek parçacıkları, uzay-zaman içinde "geon" denen bükülmeler olarak ele alıyor.Bir geon içinde zaman, kendi üstüne doğru bükülerek, bir parçacığa geçmişinde olduğu kadar geleceğindeki olaylardan da etkilen me olanağı sağlar.Daha önceki çalışmalarında Hadley, bunun kuantum dünyasının garipliklerini nasıl açıklayabileceğini ortaya koymuştu.
Kanada'nın Toronto Üniversitesi fizikçilerinden Jonas Mureika, geon kuramının, kuantum dünyasındaki gar ripliklerin, klasik fizikle nasıl açıklanabileceği konusunda güzel bir örnek olduğu görüşünde."Gene de, zamanla oynarken dikkatli olmak gerekir" diye uyarıyor."Sorulması gereken, zamanın yönü, kuantum düzeyinde değişebiliyorsa, büyük ölçekteki Evren'de neden değişemiyor?"

Tek Formül
Einstein'ın Gravitasyon Teorisi makro kozmos'un, Kuantum Teorisi ise mikro koznos'un yapı ve işleyişini açıklıyor.Ancak bu iki teori birbiriyle çelişiyor.Yerçekimine kuantum mekaniğinin kanunlarını uygulamaya çalıştığınızda, ortaya saçma sonuçlar çıkıyor.Ancak mikro ve makro kozmos dünyaları birnirinden tümüyleayrıldığından bu çelişki bir sorun yaratmıyor.Yine de fizikçilerin en büyük umut ve arayışı iki teori arasındakiçelişkiyi ortadan kaldıracak yeni bir formül bulmak.

Bu konuda en büyük atılım 80'lerin ortasında geldi.
Michael Green ve John Schwarz adlı iki fizikçi parçacıkların bir nokta biçiminde değil de, sonsuz uzunluğuolan incecik iplikçikler olarak (string) tahayyül edilebileceğini ortaya attılar.Bu iplikçik teorisinin işlemesi içinalgılayabildiğimiz 4 boyutlu bir alem yerine önce 10 sonra 11 boyutlu bir alemin varlığını ortaya attılar.İşte ozamandan beri String teorisinin yardımıyla, fizikçiler "Tek Formül"ü bulmaya her yıl yaklaşıyorlar.Einstein'ındediği gibi, "Evrenin en anlaşılmaz tarafı anlaşılabilir olmasıdır."
Işık Hızı
Kendinden önce yapılan çalışmaların birçoğunu tepetaklak eden ve görelilik kuramıyla fizikte bir devrime devrime yol Albert Einstein'ın gelip dayandığı son sınır ışık hızı olmuştu.Evrendeki bütün değerler bir tür göreliliğe bağlıyken ışık hızı dokunulmazdı.Işık hızı geçerli olabilen en yüksek hızı oluşturuyordu onun için.Ne neseler, ne ışınlar ne de sinyaller daha hızlı hareket edebilirdi.Astronomik ölçümler de Einstein'ın kuramını destekliyordu doğrusu.Ama son zamanlardaki gelişmeler, neredeyse tabusal bir özellik taşıyan ışık hızınayönelik kuşkuları her gün biraz daha artırıyor.
Köln'lü fizik profesörü Gunter Nimtz bu kuşkunun önemli müsebbiplerinden biri.Laboratuvarında gerçekleştiği basit deneylerle ışık hızının aşılabileceğini idda ediyor.Nimtz'in yaptığı deneyde, bir yandan bildiğimizışık ışınları, bir yandan da mikro dalga sinyaller boru biçimindeki metalik bir iletkenin içinden geçerek ulaşıyor hedefe.Üstelik Nimtz, bu yolla anlamlı sinyaller de gönderebileceğini kanıtlamak için miko dalgalara,radyo yayınlarında olduğu gibi, Mozart senfonilerinden bölümler yüklüyor.

Sonuç: içi boş iletken borudan geçen mikro dalgalara yüklü müzik parçası, hiçbir engelle karşılaşmadan yayılan ışık ışınlarını, saniyenin bir kaç milyarda biri kadar bir farkla da olsa sollayıp geçiyor.Nimtz'e göre işin komik olan yanı, engelli koşucunun engelsiz koşucuyu yaya bırakması.Bütün bu olup bitende komik bir yan bulan yalnızca Nimtz.
Çünkü meslektaşları bir yandan Einstein'ın görelilik kuramının doğayı açıklamakta hala temel kılavuz olduğu yolundaki görüşlerini sürdürürken, öteyandan Kölnlü fizikçinin rakipleri bile yapılan ölçümlerin doğru olduğunu kabul ediyorlar.Ancak iş, ortaya çıkan sonucun, görelilik kuramının ötesinde bir fenomen olarak açıklanması noktasına gelince yollar ayrılaıyor.Avusturyalı astrofizikçi Paul Davies, "Einstein'ın devrimi kusursuz değildi" diyor.Davies'e göre görelilik kuramının bizi nereye kadar götüreceği tam olarak bilinmiyor henüz, ayrıca Einstein'ın kendisi de, teorisini geliştirirken önceki yüzyılın yanılgılarından tümüyle kurtulabilmiş değildi.Dahi fizikçiyle hesaplaşmayı sürdüren Davies, bir noktadan daha yükleniyor Einstein'a: "En temel soruyu sormamıştı o, zamanın nasıl oluştuğu sorusunu!"
Foton Telepatisi
Bilimsel deneyler bazen büyük bir başarıyla sonuçlanır.İsviçre'de üç kenti kapsayan bir alanda yapılan foton
deneyi de böyle bir zaferle bitti!Deney Cenevre'de ve ondan sırasıyla 7,3 km ve 4,5 km uzaklıktakiBernex ve Bellevue kentleri arasında yapıldı.
Aralarında 10 km uzaklık olan iki foton, ayna karşısında her seferinde birbirleriyle aynı davranışı göstermiştir.Fotonlardan biri yanrıyansıtıcı bir aynadan geçmişse, ondan 10 km uzaktaki öteki foton da aynı anda yarı yansıtıcı bir aynadan geçmiştir.Biri yansıdıysa, aynı anda öteki de yansımıştır.Sanki her biri, diğerinin o anda ne yaptığını bilmektedir.
Özel görelilik kuramına göre, hiç bir sinyal ışıktan daha hızlı (300000km/saniye) gidemez; oysa aralarında10 km olan iki foton aynı anda (arada zaman geçmeden) aynı davranışı göstermektedir.
Einstein, maddede ki belirsizliğin bilgimizin azlığından ve kuantum kuramının eksikliğinden kaynaklandığına inanıyordu.


Einstein'a göre tümüyle gerekirci (determinist) bir gerçeklik vardı; fakat bu, kuantum fiziğinin tanımlayabileceğinden çok daha derinlerdeydi.
Bu varsayıma"saklı değişkenler" varsayımı denmektedir.Einstein, Boris Podolsky ve Nathan Rosen gibi diğer iki fizikçiyle birlikte, bir düşünce deneyi yapmayı düşündü; bu deney yeni doğmuş kuantum kuramında bir mantık çelişkisi olduğunu gösterecek, böylece bu kuramın eksik olduğunu ortaya çıkaracaktı.
Bu üç fizikçinin yapmayı tasarladıkları deney, İsviçreli araştırmacıların yapmış oldukları bu deneydi.1930 yıllarında bu deneyi gerçekleştirmek teknik bakımdan olanaksızdı.Tam tersi oldu!"EPR (Einstein-Podolsky-Rosen) paradoksu" fizik araştırmalarına on yıllarca damgasını vurdu. Bir lazerden çıkan bir foton (ışık parçacığı) bir KNbO3 kristalinden geçerken daha az enerjili iki fotona ayrılır.Her foton bir optik lif içine girer ve yolu üstünde yarıyansıtıcı bir aynaya rastlar.Ayna tamamen raslantıya bağ lı olarak, fotonu bazen yansıtır, bazen geçirir.Aynayı geçen foton bir dedektöre çarpar.

Deney şunu göstermiştir:
Aralarında 10 km'den fazla bir uzaklık bulunan bu iki foton, her an birbirlerinin tıpatıp aynı davranışları gösterirler; şöyle ki fotonlardan biri aynadan geçmişse, öteki degeçer; yansımışsa öteki de yansır.Einstein bu olaya uzaktan hayaletsel bir etki adını vermiştir.
J. C. Maxwell
James Clerk Maxwell'in Hayatı(1831 - 1879)
20. yüzyıl fiziğini etkileyen fizikçilerin en büyüğü olan Maxwell, bilime katkılarının önemi açısından Newton ve Einstein ile eş düzeyde kabul edilmektedir.
Kent yaşamından uzak çocukluk yıllarından sonra, 1841-47 arasında Edinburgh Akademisi’nde okudu. İlk bilimsel makalesini henüz 14 yaşında yayınladı; makale, çiviler ve iplik aracılığıyla çizilebilen oval eğriler üzerineydi. 1847’de Edinburgh Üniversitesi’ne giren Maxwell, burada okurken, iki bilimsel makale daha yayınladı.


James Clerk Maxwell'in in Doğduğu ev. 14 India St, Edinburgh. (şu an 14 James Clerk Maxwell Vakıf evi olarak kullanılıyor)

1850’de Cambridge Üniversitesi’ne geçti ve bu üniversiteye bağlı, Trinity Colege’dan matematik dalında sınıf ikincisi olarak lisans diploması aldı.
Cambridge’de okurken yayınladığı bir makalede esneklik kuramının aksiyomatik temellerini oluşturdu; geometrik optik alanındaki bir makalesiyle de, ileride "balık gözü" merceğin bulunmasına yol açacak ilkeleri ortaya koydu.


G. G Stokes, W. Thomson (Lord Kelvin), A. Cayley, E.J. Routh gibi bilime büyük katkılarda bulunan öğrenciler yetiştirmiş olan matematik öğretmeni William Hopkins, Maxwell’in, yaşamında karşılaştığı en olağanüstü öğrenci olduğunu belirtmişti.

1856’da Aberdeen Üniversitesi’nde Doğal Felsefe (İskoçya’da fizik halâ böyle anılır) profesörü oldu ve daha sonra Londra Üniversitesi’ne geçti.
Bir ara özel yaşamına çekilirse de Cambridge'de Cavendish Deneysel Profesörlüğü'ne çağrıldı ve burada laboratuarın kurulmasını denetledi.


1854’te Faraday’ın kuvvet çizgileri kavramını konu alan çalışması yayınlandı. 1859’da Satürn'ün halkalarının kararlılık koşulları üzerindeki çalışmasından dolayı Adams Ödülü’nü kazandı. 1855’ten başlayarak renk algılaması, renk körlüğü ve gazların kinetik teorisi gibi konularda yazılar yazdı.
Bilime en önemli katkısını oluşturan ‘Elektro Manyetik Alan’ a ilişkin çalışmalarını, 1867'den başlayarak ortaya koydu ve 1871’de "Elektrik ve Manyetizma" adlı en büyük yapıtı yayınlandı. Bu kitap; elektrik, manyetizma ve optik konularında tüm bilgileri içeriyordu.

Clerk Maxwell’in çalışmaları bugün de kimliğini korumaktadır. Onun makro düzeydeki teorisi, Lorentz tarafından atom ve molekül düzeyine genişletilerek uygulanmıştır. Rölativite Teorisi bile Maxwell denklemlerini herhangi bir değişikliğe uğratmamıştır.

Maxwelin varlığını matematiksel olarak kanıtladığı elektromagnetik dalgaları, ancak onun ölümünden 9 yıl sonra, 1888'de Alman fizikçi H.Hertz tarafındn deneysel olarak elde edildi. Maxwell'in 1873'te teorik olarak kanıtladığı, bir elektromagnetik dalganın çarptığı yüzeyde bir basınç oluşturacağı gerçeği de 1900'de Rus fizikçi Lebedev tarafından deneysel olarak doğrulandı. Einstein'ın görelilik teorisi, hemen hemen tüm fiziği temelinden sarsarken, Maxwell denklemleri geçerliliğini tümüyle korumaktadır.
Maxwell, fiziğin başka alanlarında da önemli katkılar da bulundu. 1852'de Adams Ödülü'nü almasına yol açan 68 sayfalık bir incelemesinde , Satürn halkalarının sayısız küçük parçacıktan oluşması gerektiğini tümüyle kuramsal hesaplarla ortaya koydu. Maxwell'in vardığı bu sonuç 1980'de Voyager I ve 1981'de Voyager II uzay araçları tarafından doğrulandı. Maxwell'in gazların kinetik kuramı üzerindeki çalışmaları, fiziğe en önemli katkılarından birini oluşturur. Gazların her doğrultuda ve her hızda devinebilen, birbirleriyle ve gazın içinde bulunduğu kabın çeperiyle çarpışmaları, tam esnek olan moleküllerden oluştuğu varsayımından yola çıkan Maxwell, olasılık ve istatistik yöntemlerini kullanarak bir gazdaki moleküllerin hız dağılımını saptama sorununu 1860' da çözdü. Yaşamı boyunca unvan ve ödül almamış olan Maxwell, kısa bir hastalık sonucunda öldü ve Iskoçya'da bulunan Parton köyündeki kilise bahçesinde toprağa verildi.




Isaac Newton
ISAAC NEWTON'IN HAYATI(1642-1727)
25 Aralık 1642 tarihinde Woolsthorpe kentinde dünyaya gelen Isaac Newton fiziğin en önemli isimleri arasında yer alır. İlk aynalı teleskopu geliştirmiş, renk ve ışığın niteliğine açıklık getirmiş, evrensel kütle çekimi yasasını ortaya atarak fizikte devrim gerçekleştirmiştir. Newton doğumundan 3 ay önce babasını kaybetmiştir. Bir çiftçi ailesinin çocuğu olan Newton 12 yaşında Grantham'daki King's School'a başlamıştır.

1661'de buradan mezun olan Newton aynı yıl Trinity College'a girdi. 1665'de buradan mezun olan Newton lisans üstü çalışmalarına başlayacağı sırada veba salgını baş gösterdi ve üniversite kapatıldı. Bunun üzerine Newton 2 yıl annesinin çiftliğinde kaldı. Burada çalışmalarına devam etti. 1667'de Trinity College'a öğretim görevlisi olarak geri döndüğünde sonsuz küçükler hesabının ( difransiyel ve integral ) temelini atmıştır.

Daha sonra da ışığın yapısını açıklamış ve evrensel kütle çekimi kanunu ortaya atmıştır. Ancak çekingen olan Newton fizikte devrim yaratacak bu fikirlerini çok uzun yıllar sonra yayınlamıştır. Örneğin sonsuz küçükler hesabını 38 yıl sonra yayınlamıştır.



Lisans üstü çalışmalarını tamamlayan Newton 27 yaşındayken Cambrige Üniversitesinde matematik profesör olarak getirilmiştir. 1671'de aynalı teleskopu geliştirerek Royal Society'e seçildi. Ama burada özellikle Robert Hooke tarafından şiddetle eleştirilmesi Newton'u iyice içine kapanık hale getirdi.


Bilim dünyasıyla ilişkisini kesen Newton 1678'de ruhsal bunalıma girdi. Yakın dostu ünlü astronom Edmond Halley'in çabalarıyla 6 yıl sonra bilimsel çalışmalarına geri döndü. Ve 2 yıl içinde efsanevi yapıtı Principia'yı yayınladı. Bu eser büyük ses getirdi.Kitabın yayınlandığı yıl kral II. James tarafından Katolik'liği yayma çalışmalarına direniş gösteren Newton, kral düşürüldükten sonra 1689'da üniversite parlamentosuna girdi. 1693'de yeninden bunalıma giren Newton'un yakın dostları John Locke ve Pepys ile arası bozuldu. 2 yıl sonra düzeldiyse de bilimsel çalışmalarda eski verimliliğini gösteremedi. 1699'da darphane müdürlüğüne getirilerek Londra'ya yerleşti.

1701'de profesörlükten ayrıldı. 1703'de Royal Society'nin başkanı oldu.1704'de sonsuz küçükler hesabını da içeren Optik adlı kitabını yayınlayınca Leibniz arasında tartışma başladı.Leibniz sonsuz küçükler hesabını Newton'dan 20 yıl önce yayınlamıştı. Newton'un hayatının son 25 yılı bu tartışmalarla geçti ve 20 Mart 1727'de Londra'da öldü. Newton bilimsel çalışmalarının yanı sıra ilahiyata da ilgi duydu.

Aslen Yahudi olan Newton İncil'deki kutsal üçlemeye karşı çıkan kronolojik bir eserde yazmıştır.Newton'un önemi antik çağda başlayan ve daha sonra İslam uygarlığı aracılıyla Avrupa'ya geçen ve Kopernik, Kepler, Galileo tarafından savunulan fikirleri tutarlı olarak birleştirebilmesidir. Sonsuz küçükler hesabını bularak analitik geometriyi geliştiren İslam uygarlığından bu yana matematikteki en önemli gelişmeye imza atması da onu yücelten en önemli faktördür.

ALAN KEŞİFLERİ--------------- ------------------Mekanik.......................Hareket yasaları.Mekanik.......................Gravitasyon yasasıHidrodinamik.................Hidromekanik yasasıHidrodinamik.................Newtonian akışkanTermodinamik...............Soğurma yasasıOptik..........................Newton halkalarıOptik..........................Emisyon teorisiOptik..........................Newton teleskobuMatematik...................CalculusMatematik...................Binom serileriMatematik...................Newton metoduMatematik...................Newton-Cotes formülüMatematik ..................İnterpolasyon formülü



CELSUS
CelsusCelsus'un hayatı


Milad yıllarında yaşamış olan Celsus, profesyonel bir hekim, filozof ve devrinin önde gelen hatiplerindendir. De Re Medicina (Tıbbî Konular Hakkında) adını taşıyan kapsamlı eseri 8 kitaptan oluşmuştur; birinci kitap, tıp ekollerinin tarihçesini verir; ikinci, üçüncü ve dördüncü kitaplar, teşhis ve tedavi, beşinci ve altıncı kitaplar farmakoloji, yedinci kitap cerrahî ve son kitap ise kemik hastalıklarıyla ilgilidir.De Re Medicina, özellikle teşhis ve tedavi yöntemleri hakkında fikir vermesi bakımından önemli bir yapıttır. Ayrıca, hekimlerin ele almaktan pek hoşlanmadıkları cerrahî alanıyla ilgili bilgiler de içermektedir. Mesela katarakt hakkında yapmış olduğu açıklamalar oldukça önemlidir ve bunların konuya ilişkin ilk açıklamalar olduğunu bildirilmektedir.Celsus, diyetten de bahsetmiş ve sağlıklı bir yaşam için nasıl beslenmek gerektiği hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir.




Thales

Thales M.Ö. 624 yılında milet de doğmuş ve M.Ö. 546 yılında yine milet te ölmüş Anadolulu gökbilimci, filozof, matematikçidir. Varlıklı bir tacirdi. Babasının ismi Eksamyes olup Karia'lıdır. (buradaki düzeltmeden dolayı Arkeolog Canan Küçükeren'e teşekkürler)


Thales ile ilgili şu hikaye kayıtlara geçmiştir. Lidyalılarla Persler arasında uzun süren bir savaş sırasında, 28 Mayıs 585 tarihinde, Güneş'in tutulacağını önceden bildirmiş ve bu olaydan çok etkilenen iki kral derhal bu savaşa son vermişlerdir. Bu hikaye, ilk bakışta inanılmaz gibi görünmekteyse de, şu noktayı göz ardı etmemek gerekir: Babilliler, Güneş tutulmasını önceden bildirme olanağını veren Saros Periyodu'nu biliyorlardı.

Söylendiğine göre, Thales Mısır'a gittiğinde bunu öğrenmişti. Ayrıca Mısır'da 603 yılındaki Güneş tutulmasını ya bizzat görmüş ya da Mısırlılardan işitmişti. 18 yıl 11 gün sonra, başka bir tutulmanın daha olacağı hesaplanabilirdi ve bu tutulma da 585 yılına rastlıyordu.
İlk Yunan matematikçisi Thales'tir. Proklos, Thales'e ilişin olarak şunları söyler :
"İlk önce Mısır'a gitti ve bu çalışmaları (geometriyi) Yunanlılara tanıttı. Bizzat kendisi, pek çok temel önerme keşfetti; diğer prensiplerin ışığı altında, onları kendisinden sonra gelenlere öğretti. Onun yöntemi daha genel (daha kuramsal ve daha bilimsel), diğerlerinin yöntemleri ise daha emprikti."
Thales'le birlikte geometri ilk defa dedüktif (yani tümdengelimsel) bir bilim dalı haline geldi. Buna ilişkin olarak Plutarkos, Yedi Bilge adlı yapıtında şunları söyler :
"Görünen şudur ki Thales, aklıyla pratik yararın ötesine geçip, akıl yürütmeye girişenlerden birisidir. Geri kalanlar aklın ününü, politikada arayanlardır."
Thales'in bir piramidin yüksekliğini nasıl ölçmüş olduğuna ilişkin söylentiler çok değişiktir. Bunlardan en yalını Aristoteles'in bir öğrencisi olan Hieronymus'a aittir. Onun açıklamaları, Diogenes Laertius tarafından şöyle anlatılır :
"Hieronymus, Thales kendi gölgesinin, kendi boyuna eşit olduğu anda, piramidin gölgesini ölçerek yüksekliğini bulmuştur demektedir."
Bu yaklaşımıyla, Thales bir cismin gölgesinin, kendi boyuna eşit olduğu bir anda, diğer bütün cisimlerin gölgelerinin de, kendi boylarına eşit olacağı sonucuna ulaşmış oluyordu. Thales'in kullandığı bu yöntem, Mısırlıların kullandıkları se get hesabından başka bir şey değildir. Bu yöntem 57 numaralı Ahmes papirüsünde açıklanmıştır.

Thales, bir geminin kıyıdan ne kadar uzak olduğunun ölçülmesi ile de ilgilenmiştir. Bu ölçümü, iki dik üçgenin kenarları arasındaki orantıdan yararlanarak yapmıştır. B, şekildeki (şekil 4) kulenin tabanı, C ise gemi olsun. Bir kimse kulenin tepesinde, elinde birbirini dik açıyla kesen bir araç bulundursun. Onun bir kenarı olan AD, Yer'e dik bir konumda bulunsun. AE kenarı ise gemi yönünde olsun. Sonra öyle bir gözlem noktası saptansın ki, bu noktadan C gemisi görülebilsin. AC doğrusu, E noktasında, aracın yatay kolunu keser. AD = 1, DE = m ve BD = h denilecek olursa, BC doğrusu, yani geminin karaya olan uzaklığı, BC = (h * 1) . m / 1 olur.
(Thales teoremi uygulanarak BC:DE=AD:DB, BC = (AD / DB). DE elde edilir.)
Aşağıdaki geometrik öneriler ona atfedilmektedir :1. Yarıçap, daireyi iki eşit parçaya böler.2. İkizkenar bir üçgenin tabanına komşu olan açılar eşittir.3. İki doğru kesiştiğinde karşıt açılar eşittir.4. Yarım daireyi gören açılar diktir.5. İkişer açısı ve birer kenarları eşit olan üçgenler birbirlerine eşittir.
Thales, eşit açı yerine benzer açı deyimini kullanmaktadır; bundan da açıyı nicel bir büyüklük olarak değil, bir şekil olarak düşündüğü sonucu çıkmaktadır.
Bunların kanıtlamalarını yapabiliyor muydu? Eşit oldukları sonucuna nasıl ulaşmıştı? Bu soruların yanıtını bulmak olanaksızdır. Ancak tarihte geometrik önerilerin gerekliliğine inanan ilk kişi Thales'tir.
Thales aynı zamanda astronomiyle de ilgilenmiş ve tarih kitaplarına ilk Yunan astronomu olarak geçmiştir. Gökyüzündeki yıldızları gözlemlerken bir kuyuya düştüğünü herkes bilir. 28 Mayıs 585 yılında gerçekleşen Güneş tutulmasını daha önceden tahmin etmiş olmasına rağmen, Yer'in bir disk biçiminde olduğunu düşündüğünden, Ay ve Güneş tutulmalarının nedenlerini bilmesi olanaksızdı.
Mısırlılardan yılın 365 gün olduğunu öğrenmişti. Kuzey yönünün bulunmasında Küçük Ayı'nın kullanılabileceğini biliyordu ve Yunan gemicilerine Küçük Ayı takım yıldızını gözlemleyerek seyahat etmelerini önermişti. Nitekim denizci bir millet olan Fenikeliler de Büyük Ayı'yı kullanıyorlardı.
Thales her şeyin aslının su olduğunu söylüyordu; su, katı, sıvı ve gaz olmak üzere üç durumda bulunabilirdi. Suyun olmadığı yerde hayatın da olmayışı, bu maddenin aslî oluşunun en güçlü kanıtlarından biriydi. Thales, bu görüşleri ve Homeros'un hikayelerini bir yana bırakan gözlemsel düşünceleri nedeniyle bilimin doğuşunda önemli bir rol oynamıştır.
Aristoteles'e göre, Thales, mıknatısın demir tozlarını çekmesi nedeniyle canlı olduğuna inanıyordu. Nasıl bir yorum getirirse getirsin, mıknatıstan söz eden ilk kişi de Thales'ti.
Kaynak: http://www.bilimtarihi.gen.tr/

Tales Teoremi:

Birbirine benzer iki çokgen arasında kurulmuş bağıntıdır. Geometrinin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Hatta trigonometri ile hesaplanmış ama ispatlanmamış bazı özel durumların ispatındada Thales Teoremi kullanılmıştır.





Blaise Pascal
BLAISE PASCAL (1623-1662)



Bir Fransız matematikçi, fizikçi ve aynı zamanda teolojist olan Blaise Pascal, Etienne Pascal'in üçüncü çocuğu ve tek oğluydu. Daha üç yaşındayken annesinin ölümü üzerine yetim kalır.1632 yılında babası dört çocuğuyla beraber Clermont'u terkederek Paris'e yerleşir. Babası antiortodox olduğu için onu kendisi yetiştirmeye karar verir.

Kendisi de zamanının iyi matematikçilerinden olan Etienne Pascal, oğlunun 15 yaşından önce matematik çalışmaması gerektiğine karar vererek evini matematik dökümanlarından arındırır. Fakat bu küçük Pascal'in sadece matematik merakını ateşler,12 yaşında kendisi geometri çalışmaya başlar. O zamanlarda üçgenin iç açılarının toplamının, iki dik açının toplamına eşit olduğunu bulur, bunun üzerine babası teslim-i silah eder ve ona incelemesi için Euclid'in teoremlerini içeren dökümanları verir. Yani matematikle ilgisi çocukluk döneminde matematik eğitimi almadan başlar, sonraları babasıyla beraber "Academie Parsienne" deki derslere katılmaya başlar.
16 yaşına geldiğinde burada aktif olarak rol alır ve profesör Girard Desargues in bir numaralı yardımcısı ve öğrencisi olur. Bu esnada özellikle konikler üzerinde çalışarak konu hakkında kitapçık yayınlar. 1639 yılında da "Pascal'ın Esrarengiz Altıgeni" ile geometriye katkıda bulunur.
Aynı yıl babasının bir vergi toplama memuru olarak tayini çıkması üzerine Paris'i terkederek Rouen şehrine yerleşirler. Burada babasına yardımcı olmak amacıyla ilk rakamsal hesap makinesini yapar, bunu gerçekleştirmek için üç yıl çalışır (1642-1645).



1646-1648 yıllarında atmosfer basıncı üzerinde değişik deneyler yapar ve şu sonuca varır: atmosfer basıncı yükseklikle doğru orantılı olarak düşer ve atmosferin üzerinde bir boşluk vardır. 1653'ten itibaren matematik ve fizik üzerinde çalışarak "sıvıların kararsızlığı" üzerine bir kitapçık yazar, bu kitapçıkta Pascal'ın basınç kanunu açıklanır. Kendisi binom üçgeni üzerinde çalışan ilk matematikçi olmasa da bu konuda çalışması değişik gelişmelere ışık tutmuştur.
Pascal'ın felsefeyle ilgili en meşhur kitabı "Pensées" ("Düşünceler"), din, hayat ,bilim uzerine, onun daha çok dinsel yönünü ve Allah inancını ortaya kor, bunu da şöyle diyerek gösterir; "If God does not exist, one will lose nothing by believing in him, while if he does exist, one will lose everything by not believing. "(Eğer Allah yoksa insan ona inanmakla hiç bir şey kaybetmeyecek, fakat varsa inanmamakla çok şey kaybedecek.)
Bu kitabı yaşadığı devirde yayınlanmasına izin verilmese de ölümünden birkaç yıl sonra yayınlanmıştır.
1642 de Blaise Pascal babası için , aritmetik hesaplamaları hızlandırmak için mekanik bir hesap makinesi yaptı. Bu makinede rakamlar ön panelde bulunan metal tekerlekler çevrilerek giriliyordu.

Pascal 1662 yılında 39 yaşındayken kansere yenik düşerek hayata gözlerini yumar.




Aristotales
ARİSTOTELES (M.Ö. 384-336)



Aristoteles döneminde politik yapı değişmiş ve Yunan Dünyası yavaş yavaş Makedonyalıların hakimiyetine girmeye başlamıştır. Makedonya bölgesinin kuzeyi Teselya, doğusu İllirya ve batısı ise Trakya ile çevrilidir ama bu sınırlar sabit değildir; zaman zaman daralmış veya genişlemiştir. Belirli bir Makedonyalı tipi de yoktur; bunlar İlliryalılarla Trakların karışımından oluşmuşlardır. Yunanca konuşmazlar; kendilerine özgü bir dilleri vardır ve bu dil Hint-Avrupa dilleri içinde yer alır.

Makedonya Kralı II. Philip döneminde Makedonya değişik bir görünüm kazanmaya başlamıştı. Makedonya kralları Yunanlı olmalarına karşın, yerli kadınlarla evlenmişler ve bu uygulama giderek yaygınlaştığı için, kısa bir süre içinde Yunanlılar başka kavimlerle kaynaşmışlardı. Hatta söylendiğine göre, tam bir Yunanlı olarak yetiştirilmiş olan II.Filip'in annesi Yunanca'yı oldukça ileri yaşlarında öğrenmişti.
II. Philip başa geçtiğinde toplum tam bir kargaşa içindeydi ve güçlü bir yöneticiye gereksinme duyuluyordu. II. Philip, Thebes'te kaldığı süre içerisinde, yeni askerî yöntemleri gözlemlemiş ve bunları uygulamakla kalmayarak daha da mükemmel bir duruma getirmiştir. Bir süre sonra, piyade ve süvarilerden oluşan mızraklı bir birlik kurmayı başarmıştır. Makedonyalıların bu düzenlemesi, yüzyıllar boyunca en iyi savaş tekniği olarak benimsenmiştir.
II. Filip'in başa geçmesiyle Atinalılar iki güçlü düşman arasında kalmışlardır; bunlardan birisi Persler ve diğeri ise Makedonyalılardır. Ancak II. Philip kendisini daima bir fatih gibi değil, bir kurtarıcı olarak görmüş ve sonradan uygarlık tarihini çok etkileyecek bir işi başarmıştır : Sparta dışında kalan bütün Yunan Dünyası'nı tek bir yönetim altında toplamış ve Küçük Asya'da bulunan Yunan kolonilerini de Perslerin elinden kurtarmaya başlamıştır. Ancak onun bu uğraşları, henüz 47 yaşındayken öldürülmesiyle son bulmuştur (M.Ö. 336). II. Philip 24 yıl boyunca yöneticilik yapmış ve oğlu Büyük İskender'e çok aydınlık ve parlak bir yol açmıştır.
Makedonya Krallığı'nın güçlenmeye başladığı bu dönemde yaşayan Aristoteles, Ege Denizi'nin kuzeyinde bulunan Stageria'da doğmuştur (M.Ö. 384-322). O dönemde, Stageria'da İyon kültürü egemendir ve Makedonyalıların buraları istila etmeleri bile bu durumu değiştirmemiştir. Bu nedenle Aristoteles'e bir İyonya filozofu denilebilir.
Annesi hakkında adından başka hiçbir şey bilinmemektedir; babası Nicomaihos, hekimdir ve Makedonya Krallarından Amyntus'un (M.Ö.393-370) hekimliğine getirildiğinde, ailesi ile birlikte Stageria'dan Makedonya'nın başkentine taşınmıştır. Aristoteles burada öğrenim görmüş ve savaş yaşamına ilişkin ayrıntılı bilgiler ve deneyimler edinmiştir; bir taraftan Yunan (yani İyon) ve diğer taraftan Makedonya etkileriyle biçimlenmiş ve gençliğinde, ilgisini daha çok tıp üzerinde yoğunlaştırmıştır. 17 yaşına geldiğinde öğrenimini tamamlaması için Atina'ya gönderilen Aristoteles, hayatının 20 yılını (M.Ö. 367-347) burada geçirmiştir. Atina'ya gelir gelmez, Platon'un öğrencisi olarak Akademi'ye girmiş ve hocasının ölümüne kadar burada kalmıştır. Platon, sürekli olarak çekiştiği bu değerli öğrencisinin zekasına ve enerjisine hayran kalmış ve ona Yunanca'da akıl anlamına gelen Nous adını vermiştir. Atina'da kaldığı süre içerisinde Aristoteles, başka hocaları da izlemiş ve mesela Agora'da politik dersler almıştır.



Bir sarraf olarak iş hayatına atılmış ve daha sonra çok varlıklı olmuş Hermenias, kısa bir süre içinde çok geniş toprakları mülk edinmiş ve Aterneus'un yöneticiliğine gelmişti. Akademi'nin öğrencisi ve hocası Platon'un hayranıydı. Onun devlet yönetimine ilişkin önerilerini çok olumlu karşılıyor ve Platon'un önderliğinde daha iyi bir yönetim oluşturmak istiyordu. Bu amaçla Assos'ta Akademi'nin kolu olan bir okul kurmuştu. Platon'un ölümünden sonra, Aristoteles bu okulda görev aldı ve üç yıl boyunca burada çalıştı. Bir ara Hermenias'ın yeğeni Pythias ile evlendi.
Aristoteles, Assos'ta kaldığı süre içerisinde, zaman zaman dostu Teofrastos'un memleketi olan Mytilen'e gitmiştir. Bu seyahatlar, Aristoteles'in gözlemler yapması ve kendisini yetiştirmesi açısından çok yararlı olmuştur.

Bu sıralarda II. Philip, oğlu İskender için iyi bir öğretmen aramaktaydı ve Assos'taki okulun yöneticisi olan Aristoteles, yavaş yavaş dikkatini çekmeye başlamıştı. Görev, Aristoteles'e önerildi ve o da bu öneriyi seve seve kabul ederek, II. Filip'in oturmakta olduğu Pella'ya gitti. Aristoteles'in öğretmenliği, 343 yılından 340 yılına kadar sürdü. İskender, 336'da babası ölünce, onun yerine geçti ve eski öğretmeni Aristoteles'i danışman olarak atadı. Daha sonra İskender Yunanistan'daki ve Balkanlar'daki ayaklanmaları bastırmak üzere harekete geçince, Aristoteles, onu bırakarak, büyük idealini gerçekleştirmek amacıyla, yani yeni bir okul kurmak amacıyla Atina'ya döndü.
İskender'in M.Ö. 323 yılında ölmesi, Aristoteles'i çok güç bir durumda bırakmıştı; çünkü Lise'nin kurulması sırasında İskender'in yapmış olduğu yardımlar ve Hermenias için yazmış olduğu zafer türküsü, Atina'daki düşmanları tarafından hatırlanmıştı. Aristoteles, dinsizlikle suçlandı ve Atinalıların, Sokrates'i ölüme mahkum etmekle işlemiş oldukları suçu yinelememeleri için Chalcis'e kaçtı ve orada yakalanmış olduğu bir hastalık sonucunda M.Ö. 322 yılında öldü.
Aristoteles'in hiçbir resmi kalmamıştır. Diogenes'e göre, ince bacaklı ve küçük gözlüymüş. Viyana'daki Sanat Tarihi Müzesi'nde sergilenmekte olan mermer başın Aristoteles'e ait olduğu iddia edilmekteyse de, bunu kanıtlayacak herhangi bir ipucu yoktur.
Aristoteles, İskender'i bırakarak Atina'ya döndüğünde, oradaki dostlarıyla buluşmuştu; ama aradan 20 yıl geçmiş olduğu için, artık eski okuluna dönemezdi. Başka bir okul kurmaya karar verdi ve bu maksatla kentin batısında bulunan ve Apollon Lyceios'un (Kurt Tanrı) anısına ayrılmış olan ormanlık alanı seçti. İşte bugün de kullanmakta olduğumuz Lise adı, bu Lyceios'tan gelmektedir.
Lise'de eğitim ve öğretimin nasıl yapıldığına ilişkin kesin bir bilgiye sahip değiliz; ancak bazı kaynakların bildirdiğine göre, sabahları yeni başlayanlara, akşamları ise geniş halk kitlelerine dersler verilmekteymiş.
Akademi ve Lise, aslında felsefe öğretimi veren okullardı. Ancak Akademi, daha çok metafiziğe ve bu arada ahlak ve siyaset gibi konulara yönelmişti. Lise'de ise araştırmalar, Aristoteles'in daha çok mantık ve bilimlerle ilgilenmesi nedeniyle, bu alanlarda yoğunlaşmıştı.
Aristoteles 13 yıl boyunca Lise'nin yöneticiliğini yaptı ve ölümünden sonra yerine arkadaşı Teofrastos geçti. Teofrastos, 37 yıl bu okulun yöneticiliğini üstlendi ve yapmış olduğu yeni düzenlemelerle Lise'yi kurumsallaştırmayı başardı; ancak Lise, Akademi kadar uzun ömürlü olamadı.
Aristoteles'in matematik bilgisi araştırmalarına yeterli olacak düzeydeydi; bilimleri matematik, fizik ve metafizik olarak üç bölüme ayırırken, Platon gibi, matematiğe - yani aritmetik, geometri, astronomi ve müzik bilimlerine - bir öncelik tanımıştı; ancak uygulamalı matematikle ilgilenmiyordu. "Eşit şeylerden eşit şeyler çıkarılırsa, kalanlar eşittir." veya "Bir şey aynı anda hem var hem de yok olamaz (üçüncü durumun olanaksızlığı ilkesi)" gibi aksiyomların bütün bilimler için ortak olduğunu, postülaların ise sadece belirli bir bilimin kuruluşunda görev yaptığını söyleyerek, aksiyom ile postüla arasındaki farklılığa işaret etmişti. Aristoteles'in, süreklilik ve sonsuzluk hakkında yapmış olduğu temkinli tartışmalar, matematik tarihi açısından oldukça önemlidir. Sonsuzluğun gerçek olarak değil, gizil olarak varolduğunu kabul etmiştir. Bu temel sorunlar üzerindeki görüşleri, daha sonra Archimedes ve Apollonios tarafından yeniden işlenip değerlendirilecektir.
Aristoteles, astronomiye ilişkin görüşlerini Fizik ve Metafizik adlı yapıtlarında açıklamıştır; bunun nedeni, astronomi ile fiziği birbirinden ayırmanın olanaksız olduğunu düşünmesidir. Aristoteles'e göre, küre en mükemmel biçim olduğu için, evren küreseldir ve bir kürenin merkezi olduğu için evren sonludur. Yer evrenin merkezinde bulunur ve bu yüzden, evrenin merkezi aynı zamanda Yer'in de merkezidir. Bir tek evren vardır ve bu evren her yeri doldurur; bu nedenle evren-ötesi veya evren-dışı yoktur. Ay, Güneş ve gezegenlerin devinimlerini anlamlandırmak için Eudoxos'un ortak merkezli küreler sistemini kabul etmiştir.
Acaba Aristoteles bu kürelerin gerçekten varolduğuna inanıyor muydu? Elimizde buna ilişkin kesin bir kanıt bulunmamakla birlikte, geometrik yaklaşımı mekanik yaklaşıma dönüştürmüş olması, inandığı yönündeki görüşü güçlendirmektedir. De Caelo'da (Gökler Üzerine) yapmış olduğu en son belirlemelere göre, en dışta bulunan Yıldızlar Küresi, yani evreni harekete getiren ilk hareket ettirici, aynı zamanda en yüksek tanrıdır. Metafizik'te ise, Yıldızlar Küresi'nin ötesinde, sevenin sevileni etkilediği gibi gökyüzü hareketlerini etkileyen, hareketsiz bir hareket ettiricinin bulunduğunu söylemiştir. Öyleyse Aristoteles, yalnızca gökcisimlerinin tanrısal bir doğaya sahip olduğuna inanmakla kalmamakta, onların canlı varlıklar olduğunu da kabul etmektedir. Bu evrenbilimsel kuram, Fârâbî ve İbn Sinâ gibi Ortaçağ İslâm Dünyası'nın önde gelen filozofları tarafından da benimsenecek ve Kuran-ı Kerim'de tasvir edilen Tanrı ve Evren anlayışıyla uzlaştırılmaya çalışılacaktır.
Aristoteles'e göre, Evren, Ayüstü ve Ayaltı Evren olmak üzere ikiye ayrılır; Yer'den Ay'a kadar olan kısım, Ayaltı Evren'i, Ay'dan Yıldızlar Küresi'ne kadar olan kısım ise Ayüstü Evren'i oluşturur. Bu iki evren yapı bakımından çok farklıdır. Ayüstü Evren ve burada yer alan gökcisimleri, eterden oluşmuştur; eterin, mükemmel doğası, Ayüstü Evren'e ezelî ve ebedî bir mükemmellik sağlar. Buna karşılık, Ayaltı Evren, her türlü değişimin, oluş ve bozuluşun yer aldığı bir evrendir. Burası, ağılıklarına göre, Yer'in merkezinden yukarıya doğru sıralanan dört temel öğeden, yani toprak, su, hava ve ateşten oluşmuştur; toprak, diğer üç öğeye nispetle daha ağır olduğu için, en altta, ateş ise daha hafif olduğu için, en üstte bulunur. Aristoteles'e göre, bu öğeler, kuru ve yaş ile sıcak ve soğuk gibi birbirlerine karşıt dört niteliğin bireşiminden oluşmuştur.
Varlık biçimlerinin mükemmel olmaları veya olmamaları da Yer'in merkezine olan uzaklıklarına göre değişir. Bir varlık Yer'e ne kadar uzaksa, o kadar mükemmeldir. Bundan ötürü, merkezde bulunan Yer mükemmel olmadığı halde, merkeze en uzakta bulunan Yıldızlar Küresi mükemmeldir. Bu mükemmel küre, aynı zamanda Tanrı, yani ilk hareket ettiricidir.


Yapıları farklı olan bu iki evrende, farklı fizik kanunları geçerlidir. Ayüstü Evren'de bulunan gökcisimleri, taşıyıcı kürelere yapışık oldukları için düzgün dairesel yörüngeler çizerler; her tür değişimin yer aldığı Ayaltı Evren'de ise birbirinden farklı iki tür hareket söz konusudur. Bunlardan birisi doğal, diğeri ise zorunlu harekettir. Zorunlu hareket, bu evrendeki bir nesnenin, örneğin bir taşın, kuvvet uygulanarak doğal yerinden, uzaklaştırılması sonucu oluşan harekettir. Bu harekette uygulanan kuvvet ortadan kaldırıldığında, hareket de ortadan kalkar ve bu defa nesne, ağır olması dolayısıyla, doğal yerine doğru düşer. İşte nesnelerin doğal yerlerine varmak için yaptıkları bu harekete de doğal hareket denir. Doğal harekette, kuvvet nesnenin ağırlığıdır.
Aristoteles'e göre, iki tür zorunlu hareket vardır. Hareketi sağlayan kuvvet, bir cisim üzerindeki etkisini, cismin hareketinin her anında sürdürüyorsa, buna sürekli zorunlu hareket, ilk hareketi verdikten sonra kesiliyorsa, buna da süreksiz zorunlu hareket denir. Ama Aristoteles, kuvvet olmaksızın hareketin de olamayacağına inandığından, (mesela bir taşın fırlatılmasında olduğu gibi) süreksiz zorunlu hareketin oluşabilmesi için, hareket ettiren kuvvetin, ilk hareketin verilmesinden sonra, cismi ileten ortama geçtiği düşüncesini benimsemek zorunda kalmıştır.
Ancak Aristoteles'e göre, fırlatılan bir cismin hızı (v), bu cisme uygulanan kuvvetin miktarı (f ) ile doğru, cismin içinde bulunduğu ortamın yoğunluğu (d=direnç) ile ters orantılıdır ve v=f:d ve eğer f=a (ağırlık) olursa, v = a:d biçiminde ifade edilebilir.


Aristoteles'in ulaşmış olduğu bu sonuç sonraları iki açıdan eleştirilmiştir:1. Ortamın direnci, sıfır olduğunda hız sonsuz olacaktır; oysa Aristoteles sonsuz hızı kabul etmez. Kuvvetin dirence eşit olduğu durumda da, Aristoteles'e göre hareket olmaz. Oysa, bu durumda formülden çıkan sonuç 1'dir ve bu hareketin olduğunu gösterir. 2. Hareketi olanaklı kılan ortam, bir taraftan cismi iletirken diğer taraftan durdurur. Oysa bir şeyin aynı anda iki karşıt niteliğe sahip olması olanaklı değildir.
Aristoteles'in oluşturduğu bu fizik ve evren görüşü kendisinden sonra az çok değişime uğramışsa da uzun yıllar egemen olmuş ve Galileo'nun yaptığı çalışmalarla geçersiz hale getirilmiştir.
Aristoteles'ten önce de hayvanlar üzerinde araştırmalar yapan bilginler vardı, ama zoolojinin, yani hayvanlar biliminin kurucusu Aristoteles olmuştur. Aristoteles, hayvanlar üzerinde yapmış olduğu gözlemlerden çıkarmış olduğu bulguları, Historia Animalium, (Hayvan İncelemeleri) De Partibus Animalium (Hayanların Bölümleri Üzerine) ve De Generatione Animalium (Hayvanların Türeyişi Üzerine) adlı yapıtlarında toplamıştır; bu üç yapıt, birbirleriyle bağlantılıdır; ancak birincisi hayvanların tasviri, ikincisi morfolojisi ve üçüncüsü ise üremesi ile ilgilidir.
Aristoteles, çalışmaları sırasında karşılaştırma yöntemini izlemiş ve bulguları belirlerken benzerliklerden ve farklılıklardan yararlanmıştır. Hayvanları, yaşamış oldukları çevre içerisinde inceleyen Aristoteles, Plinius'tan oldukça farklı bir tutum içerisindedir; sadece gözlem sonuçlarından yararlanmış ve önceki yapıtlardan derlemiş olduğu bulguları, kendi gözlemleri ile denetlemeyi ihmal etmemiştir. Rivayetlere güvenmemiş ve fil gibi, çok iyi tanımadığı hayvanlardan asla söz etmemiştir.
Aristoteles, De Partibus Animalium (Hayvanların Bölümleri Üzerineı) adlı eserinde doğru bir sınıflama yöntemi hakkında bilgiler vermiş ve hayvanları, kırmızı kan içerenler ve içermeyenler olmak üzere iki sınıfa taksim etmiştir :
I. Kırmızı Kanlı Olanlar (Sanguineous)
a. Doğuran dört ayaklılar. Bütün memeli hayvanlar bu guruba girmektedir; bunlara yarasalar ve yunuslar da dahildir.b. Yumurtlayan dört ayaklılar. Bunlara kertenkele, kaplumbağa ve timsah dahildir. c. Kuşlar ayaklarına göre sekiz alt gruba ayrılmıştır. Bu sınıflama onların ayak şekillerine ve beslenmelerine dayanılarak yapılmıştır.d. Balıklar ise iskeletlerine göre iki kısma ayrılmıştır : kemik iskeletliler ve kıkırdak iskeletliler.
II.Kırmızı Kanlı Olmayanlar (Anaima) a. Yumuşak vücutlu omurgasızlar. b. Bir dış iskeletle kaplı olan yumuşak omurgasızlar. c. Sert bir dış kabukla kaplı yumuşak omurgasızlar. d. Böcekler; bunlar da sekiz kısma bölünmüştür.
Aristoteles, buradaki sekiz gruptan her birine kapsamlı cins (genus) ve onların alt bölümlerine ise cins veya tür adını vermiştir.
kaynak:Bilimsel Bilgi.Net








Archimedes
ARCHIMEDES (M.Ö. 3.yy.)


Bilimin ilginç yönlerinden biri, keşif ve buluşların bazen beklenmedik anlarda, rastlantı sonucu ortaya çıkmasıdır. Rastlantı sonucu keşif ya da buluş yapabilmek için yalnızca şanslı olmak yeterli değildir. Bu rastlantıları değerlendirecek akla sahip olmak da önemlidir.


Arşimet M.Ö. 3. yüzyılda Syrakusa’da yaşamıştır. Kaldıraç deneyleri, Arşimet burgusu buluşu ve sıvıların dengesi kanunları ile ünlüdür. Fakat biz onu hamamdan bir anda çıplak bir şekilde fırlayıp sokaklarda “Buldum! Buldum!” diye bağırarak koşmasıyla tanırız.
Arşimet’i o gün hamamdan fırlayıp sokaklarda çıplak koşturacak kadar heyecanlandıran olay nedir? Her şey Syrakusa kralının yeni bir taç istemesiyle başlar. Kral kuyumcusunu çağırır. Kuyumcuya kendisine saf altından bir taç yapmasını buyurur. Taç hazırlanıp kendisine sunulduğunda birden içine bir kuşku düşer. Kral her şeyden kuşkulanan bir adamdır. Ya taç saf altından değilse, içine değeri altından daha az olan gümüş ya da bakır eklenmişse? Altının ilginç bir özelliği vardır. Ne kadar öteki metallerle karışırsa karışsın kendi rengini, parlaklığını korur. Kuyumcular saf altını 24 ayar olarak adlandırırlar. Ayar, değerli taşların ağırlık ölçü birimidir. Bir ayar 200 miligrama denk gelir. Altından yapılmış takılara dikkat ederseniz, kimisinin 14 ayar olduğunu görürsünüz. Takının üzerinde onun 14 ayar olduğunu gösteren bir damga vardır. Takının 14 ayar olması, içinde % 58 altın, % 42 gümüş, bakır ya da diğer metallerden bulunduğunu gösterir. Bu karışım, takının daha sağlam olmasını sağlar. Ama karışım kesinlikle saf altın görünüşüne sahiptir.
Kral için tacının saf altından olması önemlidir. Saf altın onun gücünü simgeler. Bir sabah karar verir. Akıllılığıyla tanınan matematikçi ve mühendis Arşimet’i sarayına çağırır. Ondan tacının saf altından olup olmadığını bulmasını ister. Arşimet hemen düşünür. Eğer tacın boşlukta kapladığı alanı, yani hacmini bulursa bu sorunu çözecektir. Çünkü farklı maddeler, aynı ağırlıkta; fakat değişik hacimde olabilirler. Hatırlayın! Birbirimize sorduğumuz hileli bir soruyu anımsayalım. Bir kilo demir mi, bir kilo pamuk mu daha ağır? Dikkatli olmazsak bu soruyu hemen demir diye yanıtlarız. Günlük yaşamdaki deneyimlerimizden pamuğun hafif, demirin ağır bir madde olduğunu biliriz. Fakat bir kilo pamuk da bir kilo demir kadar ağırdır. İkisini yan yana görme şansımız olsaydı, bir kilo altını elimizde kolaylıkla taşıyabileceğimizi fark ederdik. Bir kilo pamuk ise demirden daha fazla yer kaplar. Taşımak için bir torbaya gereksinimiz olur.
Arşimet, taç saf altındansa hacminin farklı, altından başka metalleri de içeriyorsa hacminin farklı olacağını biliyordu. Ama yine de bir sorunu vardı: Tacın saf mı, karışım mı olduğunu nasıl kanıtlayacaktı? Arşimet banyoda yıkanırken tam da bu sorunun yanıtını düşünüyordu? Küvetteydi ve musluk açıktı. Suyun dolmasını bekliyordu. Düşüncelere dalmışken su taşmaya başladı. Birden fark etti! Taşan suyun hacmi, küvet içindeki vücudunun hacmine eşitti. Birden taç gibi katı bir maddenin hacminin bu yöntemle ölçülebileceğini keşfetti. Eğer taç ağzına kadar suyla dolu bir kabın içine daldırılırsa, su taşacaktır. Taşan suyun hacmi ölçülürse, tacın hacmi de bulunmuş olacaktır.
Arşimet hemen kralın sarayına gider. Kraldan eski taçlarını ve yenisini getirmesini ister. Bir yandan hizmetçilere bir kap ve su getirmelerini söyler. Öte taraftan kuyumcu saraya çağırılır. Her şey tamam olunca, Arşimet önce eski taçları ağzına kadar su dolu kabın içine atar. Taşan suyun hacmini ölçer. Sonra yeni tacı suya daldırır. Yeni tacın daha çok su taşırdığını görürler. Arşimet’in rastlantı sonucu yaptığı bu keşif onun açısından bir şanstır. Kuyumcu içinse yapılan deney tam bir utanç. Bugün Arşimet’in keşfi sayesinde biz taş gibi düzgün geometriye sahip olmayan maddelerin hacimlerini kolaylıkla ölçebiliyoruz.

kaynak: Bilimsel Bilgi.Net






Niels Bohr
Niels Henrik David Bohr (1885-1962)



Niels Henrik Bohr, Danimarkalı bir fizikçidir. Atomun ilk kuantum modelini önermesiyle ve ünlü Kopenhag yorumlarıyla ünlüdür. Kuantum mekaniğinin ilk gelişmesinde aktif olarak katıldı ve bu konuda pek çok bilimsel ve felsefi çalışmalar yaptı. Çekirdek fiziğine, çekirdeğin sıvı damlası modelinin geliştirilmesi ve çekirdek fisyonunda işi içeren başka birçok önemli katkılar yaptı.

Atomların yapısı ve onlardan yayılan ışınım üzerine yaptığı çalışmalar için 1922'de fizikte Nobel ödülünü kazandı. Bohr, yaşamının büyük bir kısmını Kopenhang'da geçirdi ve 1911'de Kopenhang Üniversitesinde doktorasını aldı. Bir sonraki yıl Cambridge'te J.J. Thomson'un yönetiminde çalıştığı İngiltere'ye ve sonra Ernest Rutherford'un birlikte çalıştığı Manchester'e gitti. 1912'de evlendi ve 1916'da fizik profesörü olarak Kopenhang Üniversitesi'ne döndü. Bohr, 1920'ler ve 1930'lar boyunca Kopenhang'da Carlsberg bira fabrikasının desteği ile İleri Araştırmalar Enstitüsü'nü yönetti. (Bu muhakkak ki teorik fizik alanına bira tarafından yapılan en büyük destek idi.)Bohr,1922 Nobel fizik ödülünü kazandı.

Enstitü, dünyanın en iyi fizikçileri için bir mıknatıs gibiydi ve fikir alış verişi için en ideal yerdi. Adam adama temeline dayalı fizik yapmaya katı bir şekilde inanan Bohr, konukları ile sorunları ortaya koymada, düşüncelerde ve tartışmalarda her zaman başı çekti.


Einstein ve Schrödinger'in kuantum kuramına (daha doğrusu Kopenhag yorumuna) yönelttiği eleştirileri başarıyla yanıtlamada da ön sıralardaydı. Einstein 1930'da ünlü kutudaki saat deneyini, Podolsky ve Rosen ile birlikte 1935'te EPR deneyini (Einstein, Podolsky, Rosen), Schrödinger de Schrödinger'in Kedisi deneylerini ileri sürmüşlerdi. Bütün bu tartışmalarda doğanın nesnel gerçekliği, parçacık ve dalga özelliğinin yorumlanması, belirsizlik ilkesinin aşılıp aşılamayacağı konuları gündeme geldi. Bohr, bu eleştirilerin yanıtlanmasında tam bir günah keçisi olarak yer aldı.



Bohr, 1939'da bilimsel bir konferansa katılmak üzere Birleşik Devletleri ziyaret ettiğinde, Hahn ve Strassman tarafından Berlin'de uranyumun fisyonunun keşfedildiği haberini de getirdi. Kısa bir süre sonra diğer bilim adamları tarafından doğrulanan sonuçlar, İkinci Dünya Savaşı sırasında Birleşik Devletler'de geliştirilen atom bombasının temelleriydi.




Bohr, Danimarka'ya döndü ve 1940'taki Alman işgali sırasında oradaydı. Nazi işgal hükümeti kendisi ve kendisi konumundaki insanların öldürülmesi emrini öğrenince 1943'te İsveç'e kaçtı. Daha önce de tehlike altındaki pek çok Danimarka vatandaşının ve başka bilim adamının Nazi zulmünden kaçmasına yardım etti.

Her ne kadar Bohr, 1945'e kadar bizzat Los Alamos'taki Manhattan Projesi'nde çalıştıysa da, ilgili ülkeler arasındaki açıklık konusunda ilk adımın nükleer silahların kontrol altına alınması olduğunu derinden hissetti.Bu amaçla ABD Başkanı Roosevelt'le ve İngiltere Başbakanı Churcill ile görüşmeler yaptı ve atom hakkındaki bilgilerin zamanın Sovyetler Birliği ile paylaşılması gerektiğini savundu.




Savaştan sonra, atom enerjisinin barışçı kullanımının geliştirilmesini içeren kararını, birçok insani yayın organında ilan etti. 1957'de de Barış için Atom ödülünü aldı. Oğlu Aage Bohr da büyük bir fizikçi oldu. O da 1975 Nobel fizik ödülünü kazandı.



John Archibald Wheeler'in özetlediği gibi "Bohr büyük bir bilim adamıydı. Dünya'nın en büyük Danimarka vatandaşı idi. O, büyük bir insandı."







Max Planck
MAX PLANCK (1858 - 1947)



Alman bilim adamı ve Kuantum Kuramı'nın kurucusudur. Berlin’de Kirchoff ve Hemholtz’un yanında öğrenime başladı, 1879’da Münih Üniversitesi’nden mezun oldu. Burada beş yıl öğretim görevliliğinden sonra, Kiel Üniversitesi’nde matematik profesörü oldu.
1889’da Kirchoff’tan boşalan kürsüye çağrıldı ve 1928’de emekliye ayrılana dek bu görevinden ayrılmadı. Planck, Hitler rejimine karşı çıktığı için, savaşın bitimine kadar çeşitli güçlüklere uğradı. İkinci oğlu, Hitler’e düzenlenen suikastta yeraldığı için idam edildi.
Naziler yaşlı Planck’a, "Nazizme inanç ve bağlılık duyurusunu imzala, oğlun idamdan kurtulsun" önerisini getirdiler. Planck, tek umudu olan oğlunun ölümü pahasına, yaşam anlayışına ters düşen duyuruyu imzalamadı. Birkaç sene sonra da öldü.


Planck’ın buluşu, enerjinin sürekliliği fikrini temelden sarsıyordu. Eski Latin özdeyişi, "Natura non facit saltus" (Doğa asla sıçramaz), böylece yanlış çıkmış, klasik fiziğin dayalı olduğu sütunlardan belki de en önemlisi, doğanın sürekliliği varsayımı, belki de çökmüş oluyordu.
Doğa olgularını mekanik modellere oturtarak değil, soyut matematiksel ilişkilere indirgeyerek açıklama yoluna giden ikinci ve belki de daha önemli bilimsel devrim Max Planck’ın başlattığı Kuantum Kuramı ile gerçekleşmiştir (Birincisi Einstein’ın Görecelik Kuramlarıdır).
19. yüzyılın sonlarında ısıtılarak kızıl-kor hale gelmiş bir metalin çıkardığı ısı ve ışık radyasyonunun niteliği pek çok fizikçinin ilgisini çeken bir problem oluşturuyordu. Özellikle radyasyonu yalnız sıcaklık faktörüne dayanan "kara cisim" denilen aydınlatma standardı, ideal bir durum ortaya koyduğundan, çalışmalar daha çok bu tür radyasyon üzerinde toplanmıştı.


Bilindiği gibi, ateşte kızdırılan bir maşadan, önce spektrumun kızıl-altı kesimine düşen uzun dalgalı radyasyonlar çıkmaya başlar. Bu süreçte maşa önce kırmızı, sonra turuncu, daha sonra sarı, en sonunda diğer renklerin eklenmesiyle beyaz görünür.
Sıcaklığın daha da artmasıyla radyasyon spektrumun morötesi kesimine göre gözle görülemeyecek kadar kısa dalgalara dönüşür. Kara cisim (veya herhangi bir metal) spektrumu enerjinin farklı dalga uzunlukları arasında nasıl dağıldığını göstermektedir.
Planck çalışmaya başladığında, bu enerji dağılımı ölçülebilmekteydi; problem, ölçme sonuçlarının beklenene uymamasından doğuyordu. Radyasyon enerjisi sürekli bir akış biçiminde kabul edildiğinden, spektrumun kısa dalga (yüksek frekans) kesiminin alabildiğine geniş olması, hatta sınırsız uzaması gerekirdi. Başka bir deyişle, dalga uzunluğunun giderek kısalmasıyla, enerjinin sonsuza doğru artması söz konusuydu

Fizikçiler bunu, "morötesi-katastrof" diye niteliyorlardı. Ne var ki, deney hiçbir maddenin, ne denli kızdırılırsa kızdırılsın, sonsuz enerji vermediğini gösteriyordu. Üstelik çıkan enerjinin büyük bölümünün orta dalga uzunlukta olduğu görülüyordu. Çözüm basitti: Mor-ötesi katastrof beklentisine yol açan, ayrıca gözlemlere yeterince uymayan radyasyon enerjisinin sürekliliği varsayımından vazgeçmek.
Ancak bize şimdi açık ve basit görünen bu çözüm o sırada akıldan geçirilemeyecek kadar ters ve anlamsızdı. Doğanın sürekliliği, bir hipotez ya da varsayım değil, kuşku götürmez bir gerçek sayılıyordu. Aslında problemi çözmekle büyük bir devrime yol açan Planck bile klasik fiziği reddetmiş değildi. Durum gerçekten paradoksaldı.


Planck, çözümü getiren formülü ortaya attığında, bunun inandığı fiziği temelinden sarsabileceğini aklından geçirmemişti. Çözümüne, ölçme sonuçlarını ve bu sonuçlar arasındaki ilişkiyi matematiksel olarak dile getiren masum bir formül gözüyle bakıyordu. Kaldı ki, anlamını iyice kavramadığı formülünü açıklığa kavuşturmak için kullandığı matematiksel işlemi doğru uyguladığı da söylenemez.


Ancak, formülün, kara cisim radyasyon problemine, doğru bir çözüm getirdiğinden emindi. Çok geçmeden, bir tür deneme-yanılma yoluyla ulaştığı denklemin temel varsayımları nasıl alt üst ettiğini gördüğünde kendisi de şaşıracaktır.

Planck, problemin çözümünü ararken, Boltzmann’ın istatiksel metodundan yararlanma yoluna gider. Bir durumun olasılık derecesini belirlemeye yarayan bu yöntem, uygulandığı konunun sayılabilir olmasını gerektirir. Enerjiye uygulanması da enerjinin birtakım kesinti veya bölümlerden ibaret olduğunu varsaymakla ancak mümkün olabilirdi.
Nitekim bu noktayı gören Boltzmann ve onu izleyenler enerjinin böyle bölünmesini elverişli, ama geçici bir hesaplama tekniği saymışlar, sonunda başka bir teknik aracılığıyla enerjiyi sürekli kılan duruma dönülebileceğinden söz etmişlerdi.
Mor-ötesi katastrof beklentisine düşmekten sakınma yolunu arayan Planck, son adımda, belki de bilmeyerek, enerji bölümlerini birleştirmeden bırakır ve tam bu noktada formülünde dile getirdiği ilişki gözleri önünde belirerek amacına ulaşır. Çünkü kesik veya bölümler biçiminde ele alınan enerji sonsuza dek bölünemez, bu da radyasyon enerjisinin sürekli veya miktar olarak sonsuz olmadığı demektir. Kaldı ki, bölümlerin eşit olmadığı düşünülürse, enerji dağılımını çoğu kısa dalgalara gitmeyecek şekilde düzenlemek mümkündür.

İşte Planck, bu yoldan giderek Kuantum Kuramı'nın temel taşı olan basit formülüne ulaşır: E = hf (Formülde, E enerji, f radyasyon frekansı demektir; h ise sabit bir sayıyı C.G.S. sisteminde 0.0000000000000000000000000066, veya kısaca 6.6x10-27 birim erg-saniye olarak temsil etmektedir.)
Formül Planck’ın "kuantum" dediği bir enerji parçacığıyla bir dalga frekansı arasındaki ilişkiyi dile getirmektedir. Buna göre, bir kuantum enerjisini bulmak için dalga frekansını Planck sabiti ile çarpmak gerekir. Öte yandan, herhangi bir radyasyonda verilen enerji miktarı dalga frekansına bölündüğünde sonucun daima h’ye, yani Planck sabitine, eşit olduğu görülür (Işık hızı gibi Planck sabiti de doğanın temel değişmezlerinden biri olarak kabul edilmektedir).


Planck’ın buluşu, "Işığın Dalga Teorisi" ne doğrudan bir tehlike teşkil etmiyordu belki, fakat enerjinin sürekliliği fikrini temelden sarsıyordu.
Kara cisim radyasyonunda enerjinin kesik kesik veya sıçrayarak (bu sıçramalar h ile temsil edildiğine göre son derece küçük olmalı) değiştiğini kabul etmek gereği çıkmıştı ortaya çünkü.
Eski Latin özdeyişi, "Natura non facit saltus" (Doğa asla sıçramaz), böylece yanlış çıkmış, klasik fiziğin dayalı olduğu sütunlardan belki de en önemlisi, doğanın sürekliliği varsayımı, belki de çökmüş oluyordu.
Ünlü fizikçi Max Born, Planck için şöyle diyordu: "Yaradılıştan tutucu bir kafa yapısına sahipti; devrimsel hiçbir istek ve eğilimi olmadığı gibi, spekülasyondan da hoşlanmazdı. Ne var ki, olguların mantıksal sonuçlarına öyle saygılıydı ki, fiziği temelinden sarsan en devrimci fikri ileri sürmekten kendini alamadı".








Nikola Tesla
NIKOLA TESLA (1856-1943)



Bir çok kişinin çağında yaşayamamış adam diye nitelendirilen büyük bilim adamı. Lütfen hepsini okuyun ve bu insanı sizde tanıyın. 700 ün üzerinde patentli icatları bulunan, Hayatı Patent alarak geçmiş, patent bürosunun başvuruya itiraz edecek bir düşünce bulamadığı,hiç bi projesini kağıda dökmeyen, herşeyi zihninden yapan, kendisine verilen Nobel Ödülünü Kabul Etmeyen, Radyoyu, X-ışınlarını, hepinizin bildiği 220 voltu bulan, Dünyanın çevresine bir halka geçirip ulaşımda dünyanın dönme hızından yaralanmayı düşünen ve bunun gibi bir çok fikirle bu kadarda olmaz dedirten, oldukça ilginç yönleriyle Nikola Tesla'nın hayat hikayesi.




Nikola Tesla, şimdiki Yugoslavya'da, Smiljana köyünde, 9 Temmuz 1856'da doğdu. Bir hiçken, bilim dünyasının en üst noktasına yükseldi . Babası Papazdı. Hiçbir zaman okuyup yazamamasına rağmen, annesi halk arasında pratik ev aletleri mucidi olarak bilinirdi. Ona göre Tesla, yaratıcı, dahî olmaya adaydı.


Papaz olması için babasının zorlamasına karşı çıkarak, genç Tesla, mühendislik mesleğinde ısrar etti. Annesi de onu destekledi.Fizik ve Matematikte bilgisini arttırırken Graz'daki Politeknik okuluna girdi ve Prag Üniversitesinde eğitimine devam etti. Yabancı teknik eserleri okuyabilmek için, orada, yabancı dil kursuna devam etti. Anadili olan Sırpça ve ailece bildikleri Almanca'ya ek olarak İngilizce, Fransızca ve İtalyanca'yı da öğrendi.
Prag'daki tahsilini 1880'de bitirdikten sonra, Budapeşte'de lisans üstü yaparken, profesörüyle alternatif akımın özelliklerini tartıştı. Sonra bir Paris telefon şirketinde çalışmaya başladı. Burada doğru akım motorları ve dinamolar konusunda geniş ve önemli tecrübeler edindi. Oradayken çalıştığı döner makineleri korumak için regüle edici kontrol cihazları icat etti.


O günlerde genellikle doğru akım, ısıtmaya, aydınlatmaya, güç sağlamaya ve iletmeye en uygun elektrik akımı olarak bilinirdi. Fakat doğru akım direnç kayıpları o kadar büyüktü ki, her mil kare için bir güç santralına gerek vardı. İlk akkor ampuller (110 Volt'ta), güç santralına yakın olsalar bile parlak yanmıyorlar ve bir milden daha uzaklıktakiler ise kaybolan güce bağlı olarak sönük yanıyorlardı.

1884'de genç T e s l a, kafası fikirlerle dolu ve cebinde 4 sentle New York'da gemiden ayrıldı. Tecrübesi onu doğru akım motorları ve dinamolardaki komütatörün sonsuz sorunlar yaratan, gereksiz bir karışıklık olduğuna inandırmıştı. Doğru akım üretecinin bir komütatörle dış devrede tamamen aynı yöne akan dalga diziler şeklinde alternatif akım oluşturduğunu gördü.

O zaman, motorda dönme hareketini sağlayacak bir doğru akım elde etmek için, yöntem tersine çevrilmeliydi.

Her elektrik motorunun endüvi'si , motora alternatif akım beslemek için döndüğü anda manyetik kutupların yönlerini değiştiren, döner komutatöre sahipti.


T e s l a ' ya göre bu doğru akım, saçmalığın daniskasıydı. Hem jeneratör (üreteç) hem de motordaki komütatörü ortadan kaldırmak ve alternatif akımı tüm sistemde kullanmak akla uygun gelmekteydi. Fakat hiç kimse alternatif akımda çalışabilen bir motoru oluşturmamıştı ve T e s l a bu sorunu çok düşündü.

1882 Şubatında, Budapeşte'nin bir parkında Szigetti adında bir sınıf arkadaşı ile gezinirken aniden haykırdı. "Buldum!" Tüm elektrik endüstrisinde devrim yapacak olan "Dönen manyetik alan"ı bulmuştu. Dönen elemana bağlantı gereği olmayacaktı. Komütatör yoktu artık.
Sonradan tüm alternatif akım elektrik sistemlerini tasarladı.

Alternatörler, elektrik enerjisinin ekonomik iletimi ve dağıtımı için gerilim yükseltici ve alçaltıcı transformatörler ve mekanik güç sağlamak için alternatif akım motorları...

Dünyanın her tarafında harcanıp giden su gücünün bolluğundan esinlenip, gerekli olan yerlere enerji dağıtabilen hidroelektrik santralleriyle bu büyük gücün elde edilmesini tasarladı. Budapeşte'de "Birgün Niyagara Çağlayanını elektrik elde etmek için kullanacağım" diyerek dinleyenleri şaşırttı.
T e s l a ' nın aradığı fırsat ve şans kolayca eline geçmedi. O zamanlar New York'ta Pearl caddesindeki ilk laboratuarında akkor lambası için pazar aramakla meşgul olan Edison'a rastladığı zaman T e s l a, gençlik heyecanıyla, kendisinin bulduğu alternatif akım sisteminin açıklamasını yaptı. Bu düşünceyi derhal ve tamamen kestirip atan o büyük adam, "Sen teori üzerinde vaktini harcıyorsun" dedi.



Bir yıl boyunca, uzun boylu, zayıf Yugoslav, bu yabancı ülkede açlıktan korunmak için mücadele etti. Gün geldi, çukur kazarak geçimini sağladı. Fakat birlikte çalıştığı çukur kazıcı , Western Union'un ustası, yemek saatlerinde T e s l a ' nın ilgilendiği yeni elektrik sistemlerinin hayali tariflerini dinleyerek, bu konu üzerinde bir plan yaptı. T e s l a ' yı A.K.Brown adlı firmanın sahibiyle tanıştırdı.

T e s l a ' nın parlak planlarıyla büyülenerek , Brown ve bir ortağı büyük bir atılım yapmaya karar verdiler. Ortaya belirli bir miktar para koydular ve Tesla Batı Broadway'de bir deney laboratuarı kurdu. Orada Tesla jeneratör, transformatörler, iletim (transmisyon) hattı, motorlar ve ışıklar gibi tasarladığı sistemlerin tümünün planlarını hazırladı. Hatta iki ve üç fazlı sistemleri de tasarladı.
Cornell Üniversitesinden Profesör W.A. Anthony yeni alternatif akım sistemini sınadı ve derhal Tesla ' nın senkron motorunun en iyi doğru akım motoruna eşit yeterlikte olduğunu açıkladı.
O zaman Tesla bütün kısımlara sahip tek bir patent altında sistemini tescil ettirmek istedi. Patent Bürosu her önemli fikir için ayrı bir dilekçeyle başvurulmasında ısrar etti. Tesla, 1887'nin Kasım ve Aralığında dilekçelerini verdi ve daha sonraki altı ayda yedi tane A.B.D. patenti aldı.

1888 Nisan'ında çok fazlı sistemini de içeren dört ayrı patent için başvurdu. Bunlar da hızla, bekletilmeden verildi. Yılın sonuna kadar 18 patent daha aldı. Bunları, çeşitli Avrupa patentleri izledi. Bu kadar hızla dağıtılan bu patent çığının eşi görülmemişti.



Fakat fikirler ilginçti. O kadar ki, bir çelişme ya da bir tahmin yoktu. Bu yüzden patentler tek bir tartışma bile yapılmadan verildi.

Bu sırada Tesla, New York'da AIEE (Şimdiki IEEE)'nin bir toplantısında çok gösterişli konferans verip, tek ve çok fazlı alternatif akım sistemlerinin gösterisini yaptı. Dünya mühendisleri, muazzam gelişmenin kapısını açarak, telle yapılan elektrik enerjisi iletimindeki sınırlamaların giderilmiş olduğunu gördüler.

Fakat, kim, tümüyle daha iyi olan bu sistemi uygulayacaktı? Doğal olarak, bu kuruluş, Edison-General Electric olmayacaktı. Aksi halde kendi yatırımlarının eskimiş olduğunu kabul edeceklerdi.
İşte tam o sırada George Westinghouse, Tesla'nın laboratuarlarına gitti ve T e s l a ile tanıştı. Westinghouse, "Alternatif akım patentleri için bir milyon Dolar nakit ve ayrıca satış payı vereceğim" diyerek teklifini yaptı. Satış payı, beygir gücü başına 1 Dolar olmak üzere anlaştılar.

Ülke çapındaki Westinghouse yatırımlarının başarısı, gelişen elektrik endüstrisinde rakip durumunu korumak için General Electric, Westinghouse'dan bir lisans almak zorunda kaldı.

1890'da, uluslararası Niyagara komisyonu elektrik üretmek için, Niyagara çağlayanının gücünü kullanmak amacıyla çalışmaya başladı.
Bilgin Lord Kelvin, komisyonun başkanlığına atandı ve derhal doğru akım sisteminin en iyi olacağına dair açıklamasını yaptı. Fakat güç, 26 mil uzaklıktaki Buffalo'ya iletilecekti. Bu durumda alternatif akımın gerekliliğini kabul etti.
Westinghouse, on tane 5000 beygir gücündeki hidroelektrik jeneratörü için ve General Electric ise iletim hattı için kontrat yaptılar. Bu sistem iletim hattı, yükseltici ve alçaltıcı transformatörler T e s l a ' nın 2 faz projesine uygundu.

Hareket eden parçaları azaltmak için, dıştan dönen alan ve içi sabit armatürlü, büyük alternatörler planlanmıştı.
O zamana kadar bu büyüklükte bir proje yapılmadığı için, bu tarihi proje heyecan yarattı. Dakikada 250 devir yapan, her biri 1775 Amper veren, 2250 Volt'luk on büyük alternatör, iki fazlı 25 Hz (Hertz)' de 50 000 Beygirgücü veya 37 000 kWatt'lık çıkış oluşturuyordu. Rotorların her biri, 3 metre çapında, 4.5 metre uzunluğunda (düşey jeneratörlerde 4.5 metre yükseklik) ve 34 ton ağırlığındaydı.
Sabit parçaların her biri 50 ton ağırlığındaydı. Gerilim, iletim için 22 000 Volt'a çıkarıldı.

Sonradan Telsiz denilen, radyo alanında T e s l a ' nın öncülüğü, Mors koduyla yapılan haberleşmeden de ileri gitti. 1898'de New York şehrinin Madison Parkı'nda (Madison Square Garden) telsiz ile uzaktan kontrole ait parlak bir gösteri düzenledi. Birinci geleneksel Elektrik Fuarının geliştiği yer ve genellikle Barnum-Bailey sirkinin çalıştığı büyük alanlın ortasına büyük bir tank koydu ve suyla doldurdu. Bu küçük gölün üzerine, yüzmesi için, 1 metre uzunluğunda anten direği olan bir tekne koydu.

Teknenin içinde bir radyo alıcısı vardı. T e s l a, seyircilerin isteği doğrultusunda ileri gitme, sağa veya sola dönme, durma, geri gitme, ışıkları yakıp söndürme gibi çeşitli şeyleri uzaktan radyo kontrol sayesinde yaptı. Unutulmaz gösteri tüm seyircileri hayran bıraktığı gibi günlük gazetelerin ön sayfalarında yer aldı. Bu, uzaktan kontrol yöntemlerini kullanarak Ay yüzeyine İnsan indireceğimizi, o gün kaç kişi düşünebilirdi ki?


T e s l a ' nın matematik dehası, Westinghouse ve General Electric'in imalatını yaptığı alternatif akım cihazlarının, parçalarının yapımında büyük bir yer sağladı. T e s l a, öğrencilik günlerinde karışık soruları kagıt ve kalemsiz çözerdi. Öğretmeni onun hile yaptığından şüphe eder ve O'na ayrı testler uygulardı. Genç Tesla, bütün logaritma cetvelini ezberlemişti. Şimdi A.B.D.'de kullanılan, saniyede 60 Hz'lik frekans, T e s l a ' nın mantık hesaplarından çıkarılmıştı. Çünkü, T e s l a bu frekansın ticari açıdan en uygun olduğunu saptamıştı. Daha yüksek frekanslarda alternatif akım motorları yetersiz olacaktı. Daha alçak frekanslarda ise daha çok demir kullanmak gerekecekti. Işıklar da alçak frekanslarda titreşecekti.

Niyagara Çağlayanı'nın ana tesisi, ilk Westinghouse türbin jeneratörlerinin kapasitelerine uyması için, 25 Hz'e göre planlanmıştı. Bunu izleyen gelişmeler ile 60 Hz'e dönüşüm yapıldı. Günümüzde bu, Niyagara'dan elde edilen enerji, 360 mil uzaklıktaki New York'a kadar iletilmektedir. Bir zamanlar daha büyük uzaklıklar, Kuzeydoğu şebekesinden beslenmekteydi. T e s l a, New York'a geldiği zaman, yeterli enerji iletimi için sınır 1 milden azdı.


T e s l a , araştırmalarında, yüksek gerilim ve yüksek frekansın bilinmeyen alanlarına daha çok yer verdi. Yüksek frekans cihazlarını kullanırken, bir elini daima cebinde tutardı. Bütün laboratuar asistanlarına bu ön tedbiri almalarında ısrar ederdi ve bu kural, bugüne kadar daima gerilim bakımından tehlikeli cihaz etrafındaki uyanık araştırıcılar tarafından da uygulanmaktadır.

O zaman yararlanılmamış olmasına rağmen, T e s l a ' nın yüksek frekans ve yüksek gerilim alanındaki keşifleri, modern elektroniğin yolunu açtı.

Biricik yüksek frekans transformatörü ile (Tesla Bobinleri- Tesla Coils) çıplak elinde tuttuğu gazlı tüpü yakacak şekilde vücudundan, zarar vermeden, yüksek gerilimli akım geçiriyordu.

O günlerde T e s l a, aslında neon tüpünün ve flüoresan tüpünün aydınlatmasını gösteriyordu.
Bazen, frekans aralığının alt ve üst kısımlarında yaptığı denemeler, T e s l a ' yı keşfedilmemiş bölgelere yöneltti. Mekanik ve fiziksel titreşimlerle çalışırken, Houston Caddesindeki yeni laboratuarının etrafında hakiki bir depreme neden oldu. Binanın doğal rezonans frekansına yaklaşan, T e s l a ' nın mekanik osilatörü, eski binayı sarsarak tehdit etti. Bir blok ileride, polis karakolundaki eşyalar esrarengiz bir şekilde dans etmeye başladı. Böylece, T e s l a, rezonans, vibrasyon ve "doğal periyot" a ait matematiksel teorileri ispatladı.
Yüksek gerilim ve yüksek frekanslı elektrik iletimi konusundaki araştırmalar, T e s l a ' yı Colorado Springs yakınlarındaki bir dağın üzerine dünyanın en güçlü radyo vericisini kurup çalıştırmaya yöneltti. 60 metrelik direğin etrafında , 22.5 metre çapında, hava çekirdekli transformatörü yaptı. İç kısımdaki sekonder 100 sarımlı ve 3 metre çapındaydı. Üreticisi, istasyondan birkaç mil uzaklıkta bulunan enerjiyi kullanırken, T e s l a ilk insan yapımı şimşeği oluşturdu. Bir direğin tepesindeki 1 metre çaplı bakır küreden, 30 metre uzunluğunda, kulakları sağır eden şimşekler çaktı. Ufka kadar gök gürültüsü işitildi. 100 milyon Volt değerinde gerilim kullanılıyordu. Yarım asırlık bir süre içerisinde giderilemeyen bir hayret yarattı.



İlk denemesinde, vericideki güç jeneratörünü yaktı. Fakat tamir ederek 26 mil uzağa, gücü telsiz ile iletebilinceye dek deneylerine devam etti. O uzaklıkta, toplam 10 kWatt'lık 200 tane akkor ampulü yakmayı başardı. Daha sonra, kendi patentleriyle meşhur olan Fritz Lowenst'ın, Tesl a ' nın yardımcısı iken bu gösterişli başarıya şahit oldu.
1899'da alternatif akım patentleri için Westinghouse'dan aldığı paranın sonunu harcadı. Albay John Jacob Astor, O'nu mali yönden kurtarmaya geldi ve Colorado Springs'deki denemeleri için 30 000 Dolar sağladı. Sonra bu para da bitti ve T e s l a New York'a geri döndü.
T e s l a, New York'taki Century dergisinin sahibi, arkadaşı Robert Underwood Johnson aracılığıyla, Colorado Springs'deki başarılarını anlatan önemli hikayesini yazarak geçimini sağladı. Fakat Tesla'nın yazdığı hikaye, Felsefe ve "insanlığın mekaniksel gelişimi" konusuna giren bir konuşma oldu. Çok yüksek edebi kalitesine rağmen, eser, Colorado Springs'deki güçlü vericiden çok az sözediyordu.
Sonunda makale "insanlığın artan enerji sorunu" başlığı altında basıldı. Basında yayınlandığı zaman heyecan yarattı. Derinden etkilenen okuyuculardan biri, John Pierpont Morgan'dı. Bu kişi, doğru akım günlerinin başında ve daha sonraları da Niyagara Çağlayanı projesinde General Electric firmasını paraca desteklemişti.
Morgan, gösterişli başarıları ve şahsiyeti dolayısıyla, Nikola Tesla ' nını hayranı olmuştu. T e s l a, kısa zamanda Morgan'ın sürekli misafiri oldu. Kusursuz giyinişli, birkaç dilde yaptuğı kültürlü konuşması ve medeni davranışıyla gösterişli centilmen Tesla, New York sosyetesinin gözdesi oldu. Genellikle tanınmış aileler O'nu kızları için "iyi bir av" olarak saydılar, fakat Tesla hayatında aşk hikayelerine yer olmadığına ısrar etti. Çünkü onlar, O'nun araştırmalarına engel olacaklardı.



Tarihçiler, T e s l a ' nın daha sonraki büyük projesini, Morgan'ın paraca desteklenmesine neyin yönelttiği konusunda çelişkilere düşerler. Bazıları, O'nun aslında telsizle güç iletimiyle ilgili olduğuna inanırlar. Diğerleri, daha sonraki gelişmelerin ışığında, Morgan'ın ilgili olduğu elektrik endüstrisindeki yatırımlarını korumak için, T e s l a 'yı ve başarılarını kontrol altına almak olduğunu söylerler. Bu nedenle, T e s l a 'nın tekrar çaresiz kaldığını anlayarak, telsizle elektrik gücü iletimini garantilemeye razı oldu.

1904'de T e s l a "Elektrik Dünyası ve Mühendisliği" dergisine verdiği beyanatta "Yapmış olduğum işin büyük bir kısmı için Bay J. Pierpont Morgan'a çok şey borçluyum." demişti. Bu birlikten, Long Island'daki ilginç "Dünya çapındaki telsiz" kulesi filizlendi.

Long Island'ın tepelik bölümünde, Wardenclyffe yakınında yavaş yavaş yükselen garip yapı bütün seyredenlerin ilgisini çekerdi. Tek parça olması dışında, büyük bir mantara benzeyen yapı, yerdeki kısmı geniş ve 62 metre yukarısındaki tepe noktasına doğru daralan, kafes şeklinde bir iskelete sahipti.

Tepede 30 metre çapında bir yarım küreyle örtülüydü. İskelet, bronzdan kalın civata ve bakır lamalarla birbirine bağlanmış, sağlam ağaç kolonlardan yapılmıştı. Yarım küresel tepe, üstten yüzeysel olarak bakır bir elekle kaplıydı. Tüm yapıda demir metali yoktu.
Ünlü mimar Standford White, konuyla o kadar ilgilendi ki, en iyi yardımcısı W. D. Crow'u görevlendirerek proje işini ücretsiz yaptı.
34'üncü caddedeki eski Waldorf-Astoria otelinde oturan T e s l a, hergün, taksiyle, çarklı araba vapuruna binerek Long Island şehrine giderek , oradan da Long Island demiryoluyla Shoreham'e aktarma yaparak inşaata gidiyordu.



Proje kontrolünün aksamaması için, trenin yemek servisi O'nun için özel yemek hazırlıyordu.
Büyük kulenin yakınında, 30 metre karelik tuğla bina tamamlandığı zaman, T e s l a Houston caddesindeki laboratuarını binaya taşımaya başladı. Bu sırada radyo frekans jeneratörleri ve onları çalıştıran motorların yapımında üzücü bazı gecikmelerle karşılaşıldı. Birkaç camcı, planları hazır olan özel tüpleri şekillendirmeye çalışıyorlardı.
Bu sırada T e s l a (1904), Mors Koduyla sınırlı olan büyük endüstrinin geleceğine ait, uzak görüşünü açıklayan kuramsal broşürünü yayınladı. Bu broşür, Tesla 'nın kahin olduğuna herkesi inandırdı. "Dünya çapında telsiz sistemi"nde, çeşitli olanakları sağlayacak olan özellikler açıklanıyordu. Broşürde, Telgraf, Telefon, haber yayını, Borsa görüşmeleri, Deniz-Hava trafiğine yardım, Eğlence ve Müzik yayını, saat ayarı, Resimli Telgraf, Telefoto ve Teleks hizmetleri ile, Tesla 'nın sonradan oluşumunu gördüğü Radyo sitesi anlatılıyordu.
1904 Mart'ı, Elektrik Dünyası ve Mühendisliği Dergisinde, T e s l a, Kanada Niyagara Enerji firmasının telsiz enerji iletimi sistemini uygulamasını istediğini ve bunun için 10 milyon Volt'luk gerilimde 10.000 beygirgücü dağıtabilecek bir sistem kullanmayı istediğini açıkladı.
Niyagara Projesi asla gerçekleşmedi. Fakat, gösterişli Long Island'ın kaderine etki yaptı. Aydınlığa çıkmayan nedenlerle, J. P Morgan düşüncesini değiştirdi ve Tesla 'nın para kaynağı aniden kurudu. Başlangıçta Tesla, Morgan'ın hemen hemen bitmek üzere olan işin tamamlanmasını sağlamayacağına inanmak istemedi, ama Morgan karalıydı. Morgan'ın çekilme nedeni asla öğrenilemedi.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ulusal savunma adına çok saçma saygısızlıklar öne sürüldü. Garip bir nedene göre Long Island, Wardenclyffe'deki Tesla'nın şanlı kulesinin, A.B.D.'nin emniyetini tehlikeye soktuğuna ve tahrip edilmesi gerektiğine karar verildi.
Kablo bağlanarak yüksek yapıyı öne çekip, dengesini bozmak için yapılan boş teşebbüslerden sonra, en sonunda temeli dinamitlenerek devrildi. O zaman bile, kule çökerken parçalanmadı. Zedelenmeksizin yana yattı ve en sonunda parça parça söküldü.
1890'da T e s l a yüksek frekans Alternatif Akım üreteçlerini yapmıştı. 184 kutuplu olan bir tanesi 10 kilo Hertz'lik çıkış veriyordu. Daha sonra, 20 kilo Hertz'e kadar yüksek frekansları elde etti. Ancak on yıl kadar sonra 50 kilo Watt çıkışlı radyo frekans üretecini Reginald Fessenden' geliştirdi. Bu makine, General Electric tarafından 200 kilo Watt'a çıkarıldı ve Fessenden'in ilk alternatörlerini kuran, çalışmasını kontrol eden adamın adı verilerek, Alexanderson alternatörü satışa çıkarıldı.

Hemen hemen dünya kablolarının çoğunu elinde tutan İngiliz işadamlarının, bu makineye ait patentleri elde etmek üzere olduklarını görünce, A.B.D. Donanmasının acele çağrısıyla "Radio Corporation of America , (RCA)" şirketi kuruldu. Yeni firmanın 1919'da kurulmasıyla, Marconi Wireless Telegraph Co. of America firmasının güçlü fakat yetersiz, Marconi kıvılcımlı vericileri, çok başarılı olan Radyo Frekans alternatörleri ile yer değiştirdiler.

Birincisi N.J.New Brunswick'te kuruldu. 200 kilo Watt'da ve 21,8 kilo Hertz frekanslı titreşim oluşturdu ve ticari işte kullanıldı. Bu ilk, sürekli, güvenilir Atlantik aşırı Radyo servisi idi. Bu alternatörler, Tesla'nın kulesinin yerine, Radyo merkezinin tüm güçlerini sağladı. Böylece Nikola Tesla'nın Dünya çapında telsiz hayali, 30 yıl sonra, icat ettiği vericinin kullanılmasıyla gerçekleştirildi.


T e s l a, birçok alanlarda yaratıcı araştırmalara devam etti. 1917'de uzaktaki cisimlerin üzerine kısa dalga darbeleri gönderip, yansıyan kısa dalga darbelerinin bir flüoresan ekran üzerinde toplanmasıyla izlenebileceklerini açıkladı. Eğer bu radar değilse, neydi? Diğer bilim adamlarının varlıklarını keşfetmelerinden 20 yıl önce, kozmik ışınları açıkladı. 1929'a kadar çeşitli zamanlarda, buhar ve gaz için "kepçesiz" yüksek hızlı türbinler üzerinde çalıştı. Kolay öfkelenen Tesla ile, Edison Waterside Enerji Tesisi ve Allis Charmes Fabrikasındaki araştırmalarında O'nunla çalışan bazı mühendis ve yardımcıları arasında ortaya çıkan sürtüşme, aleyhine oldu. Bugün, düz rotorlu Tesla türbinlerinin sonucu hakkında hiçbir bilgimiz yoktur.
Yıllar geçtikçe, O'ndan, gittikçe daha az haber alınmaya başladı. Bazen gazeteci ve biyografi yazarları O'nu arayıp röportaj yapmak istiyorlardı. Gittikçe garipleşti, gerçeklerden uzaklaştı, aldatıcı hayalciliğe yöneldi. Not alma alışkanlığı edinmemişti. Her zaman tüm araştırma ve deneylerine ait tüm bilgiyi aklında tutabildiğini iddia ve ispat etti. 150 yıl yaşamaya kararlı olduğunu ve 100 yaşının üstüne eriştiği zaman, araştırma ve deneyleri sırasında topladığı bütün bilgiyi etraflıca anlatarak, anılarını yazacağını söyledi. İkinci Dünya Savaşı sırasında öldüğü zaman, kasasına askeri yöneticiler el koydular ve kayıtların cinsine ait herhangi bir şey duyulmadı.
T e s l a 'nın kendine özgü bir tutarsızlık da, iki şeref ünvanı verildiği zaman ortaya çıktı. Birini reddetti. 1912'de Nikola T e s l a ve Thomas A. Edison'un 40,000 $ 'lık Nobel Ödülü'nü paylaşmaya seçildikleri açıklandı. T e s l a, bu ödülü de reddetti. Her nasılsa, Edison'u sevenler tarafından kurulan AIEE Edison madalyasını 1917'de T e s l a 'ya layık görüldüğünde, bunu kabul etmeye yanaşabildi.

T e s l a 'nın doğal davranışı Aristokrat gibiydi. Zamanın geçişi ile ve kaynaklarının tükenmesiyle, asil bir fakirliğin içine gömüldü. En iyi otellerde yaşamaya devam ederken, kredisi tükenecek ve başka yerler arayacaktı. En sonunda New York'a taşınarak sorunlarını çözümledi.

Kendilerine milyonlar kazandırdığı bazı kuruluşlar, yaşlanan dahiye bakmaları konusunda yeni otel idaresiyle anlaştılar. Bir gün bir tren istasyonunda kendisini gören bir dostu, karışıklığın ortasında O'nun yalnızlığını bozarak, "iyi akşamlar, Dr. Tesla. Tireni mi bekliyorsunuz?" demiş. Onun yumuşak ifadeli cevabı unutulmazdı "Hayır, buraya düşünmeye geldim."

T e s l a yemeğe başlamadan önce, tüm gümüş, porselen ve cam eşyanın ayrı ayrı peçetelerle silinmesinde ısrar ederdi. Sağlık konusundaki bu görüşüne karşılık, hizmetçi, Tesla'nın odasını bir "Cehennemi karışıklık" olarak tarif ederdi.


Şikayet ettikleri T e s l a 'nın düzensizliği değil, güvercinlerdi. Onları parka gidip yemleyemediği zaman, içeri girip çıkabilmeleri amacıyla pencereyi açık bırakır ve onları odanın içinde beslerdi.
Dünyadaki herhangi bir kimseyle ücretsiz olarak konuşabilmesi için, yatağının yanı başındaki altın kaplamalı telefon, en sevdiği gri benekli beyaz güvercinin tüneği idi. "O öldüğü zaman ben de öleceğim" derdi Tesla.
1943 Ocak ayında, bir gün en sevdiği güvercin O'nu son kez ziyaret etti.
Tesla bitkin ve üzgün olarak "O ölüyor. Gözlerinin ışığından mesaj aldım" diye inledi.


Uzun zamandır T e s l a 'nın kapısının kulpunda asılı duran "Rahatsız Etmeyin" levhasını gören bir hizmetçi, durumu araştırmak ve anlamak için anahtarını kilide sokup içeri girdi. Hizmetçi, mırıldanan güvercinleri yemledi ve onları yumuşak hareketlerle dışarı kovup pencereyi kilitledi.
T e s l a 'nın sözünü ettiği o beyaz güvercin diğerlerinin arasında yoktu.
kaynak:Bilimsel Bilgi.Net
İKİNCİ BÖLÜM
Tesla'nın kendine has mucidliği ve deneysiz icad yolu

Bir kimse henüz ham olan tasarısıyla bir araç oluşturmaya kalkarsa, kaçınılmazlıkla zihni aracın detaylarının düşünülmesiyle işgal edilecektir. Bu kimsenin, aracın geliştirilmesi ve yeniden yapılması sürecinde konsantrasyonu azalacak ve temel ilkeleri görme gücünü kaybedebilecektir. Belki sonuç sağlanabilecektir ama herzaman kaliteden feda edilerek".

İşte Tesla, kendi çalışma mantığının tersi olarak nitelediği yukardaki metodun verimsiz olduğunu bu sözlerle açıklamaktadır. Kendisi ise aklına bir fikir geldiğinde onu öncelikle hayalinde oluşturmaya başlar. İnşa sürecini zihninde değiştirir, geliştirmeleri akıldan yapar ve aracı zihninde çalıştırır.

"Türbinimi aklımda çalıştırmam ya da dükkanımda test etmem benim için kesinlikle önemsizdir. Bir farklılık yoktur, ne olursa olsun sonuçları aynıdır. Bu yolla aklıma gelen bir fikri eksiksiz ve çok hızlı bir şekilde, hiçbirşeye dokunmadan geliştirebilirim".

Tesla, mühendislikde, elektrik ve mekanikde,sonuçların olumlu olacağını düşünmektedir. Ona göre hemen hemen hiç bir konu yoktur ki önceden düşünülerek yapılamasın; elbette yeterli teorik ve pratik bilgi varsa. Ham fikirlerin, genellikle yapıldığı gibi, pratiğe taşınmasını gereksiz yere harcanan büyük bir enerji, para ve zaman kaybı olarak görür. Tesla, küçüklüğünde yaşadığı ve sonradan da devam eden felaketin(imgelerin hayalinde canlanması), esasında kendine bahşedilen bir güçle telafi edildiğini düşünür. Bu güç, duyu organlarının uyarmasıyla birlikte anında düşünebilme ve bu doğrultuda hızla hareket edebilme kabiliyetidir. "Bunun pratik sonucu, şimdiye kadar ancak kusurlu bir uygulaması bulunan teleautomatic (uzaktan kumada) bilimidir". Tesla, yıllarca kendini, kendinden kontrollü otomatların (self-controlled automata) planlanmasına adamış ve mekanizmaların sınırlı bir derecede de olsa akıl sahibiymiş gibi hareket edebilecek şekilde üretilebileceğine inanmıştır. 20. yy a henüz girilmediği bir dönemde, bunun endüstri ve ticarette bir devrim yaratacağını görebilmiştir.

Bir kitap okudu hayatı değişti
Tesla, Karakterinin güçsüz ve zayıf olduğu, cesaretinin ve kararlılığının olmadığı, ölüm ve dinsel korkularının olduğu bir dönem yaşamıştır çocukluğunda. Batıl inançların etkisi altında olduğu bu döneminde hayaletlerden, cinlerden, v.s. korkmuştur. Sonradan, babasının kütüphanesinde yaptığı gizli okumalardan birinde eline geçen bir kitapla (Aoafi- The son of Aba(Aba'nın oğlu) - Macar yazar- Josika), hayatının rotası değişmiştir.
"Bu okuma, her nasılsa irademin hareketsiz güçlerini uyandırdı ve kendi kendimi kontrol (self-control) etme talimlerine başladım. Azmim önceleri Nisandaki karlar gibi eridi, ama kısa bir süre sonra güçsüzlüğümü keşfettim ve daha önce hiç bilmediğim bir memnunluk hissettim" .

Lise Yılları ve hava basınçlı silindiri

Tesla 10 yaşında liseye başlar. Bu lise yeni ve araç gereçle iyi donatılmış bir lisedir.
Fizik departmanında çeşitli elektrik ve mekaniğe ait klasik bilimsel araçların maketleri bulunmaktadır. Bu maketlerin hocalar tarafından gösterildiği ve çalıştırıldığı zamanlar Tesla'nın en çok ilgisini çeken anlardır. Bu araçları seyrettikçe çok güçlü bir mucit olma isteği kaplar zihnini. Aynı zamanda matematiği de sevmektedir ve akıldan yaptığı çok hızlı hesaplamalarla Profesörlerinin takdirini kazanmıştır. Ancak eliyle bu yaptığı hesaplamaları tahtaya yazmak ya da herhangi bir model çizmeyi başarabilmek Tesla için azapdan başka bir şey değildir ve bu işi düzgünce yapabilmesi için yıllarca uğraş verilmiştir.
Okulun ikinci senesinde Tesla'nın en büyük hedefi hava basıncıyla sağlanabilecek sürekli bir hareket yaratabilmektir. Küçüklüğünde içi boş saplardan vakumlayarak yaptığı oyuncak tüfekler zihnini hep meşgul etmiş ve vakumun gücünü kullanmak istemiştir. Bir süre düşüncelerinde karanlıkta dolaştıktan sonra bir model geliştirmiş ve hava basıncını kullanarak bir silindirin sürekli rotasyonunu sağlamıştır.
Bu sürekli hareket onu fazlasıyla sevindirmiş ve en çok istediği "uçuş makinası"nın gücünü bu şekilde sağlayabileceğini düşünmüştür. O güne kadar, şemsiyeyle bina tepelerinden atlayıp kötü bir biçimde düşerek sürdürdüğü, cesaret kırıcı bir çok hatırası vardır. Bu rotasyonu sağladıktan sonra eksiğinin sadece bu rotasyonla çırpacak kanatlar olduğu fikrine kapılır. Sonuç, vakumlu silindir tüpün içindeki hava basıncının ona dik açıyla etki eden dış hava basıncı yüzünden sızdırması ve kuvvetsiz rotasyona neden olmasıyla başarısız olmuştur.

Carlstadt'daki Lise yılları

Okul hayatına, teyzelerinden birinin yaşadığı Hırvatistan'ın Carlstadt şehrindeki yüksek lisede devam etmiştir. Orada kaldığı 3 yıl aradan sonra okulu bitirmesiyle bir dönüm noktasına gelmiştir. Bugüne kadar anne ve babası oğullarının bir rahip olacağından hiç şüphe etmemektedirler. Fakat bu düşünce Tesla için büyük bir endişe kaynağıdır. Çünkü okul yıllarında özellikle çok zeki olarak nitelediği profesörünün etkisiyle elektriğe merak sarmış ve bu büyüleyici dünya hakkında daha çok şey öğrenmeyi kafasına koymuştur.

Yol ayrımı

Okulu bitip de eve döneceği sıralarda babası onu Gospic'deki salgın hastalık sebebiyle ava çağırır. Av için gittiği şehirde kendisi de hastalığa yakalanır ve 9 ay boyunca yataktan kımıldayamıyacak kadar kötü bir hastalık geçirir. Kendisi, enerjisinin tamamıyle bittiğini ve ikinci ve bu sefer galiba sonuncu defa ölümün kapısına geldiğini düşünür. Babası onun moralini iyi tutmak için elinden geleni yapmaktadır. Ve yine oğluna moral vermek için odasına girdiği bir sırada Tesla babasına; "Belki" der "Eğer sen benim mühendislik eğitimi almama izin verirsen iyileşebilirim." "Sen dünyadaki en iyi teknik okula gideceksin," diye içtenlikle yanıtlar babası Tesla'yı. Zihninden ağır bir yükün kalkmasıyla kısa bir süre içinde ilaçlarında yardımıyla iyileşir. Herkes bu süreci şaşkınlıkla gözlemlemiştir.

Babası bu hastalığın ardından oğluna sağlıklı ve doğal bir ortamda dinlenmesi ve ekzersiz yapması için ısrar etmiştir. Doğayla baş başa geçirdiği bu dönemde Tesla gezintilerine bir çok kitap ve av takımlarıyla birlikte çıkmış, Bu dönem onun hem zihnini hem de bedenini kuvvetlendirmiştir. Gezintileri sırasında hayalinde birçok şey tasarlamıştır, fakat tasarladıkları gibi, tasarıların dayandığı kurallar da bilgi eksikliğinden dolayı hayali şeylerdir.

Akıllara Durgunluk veren Tasarılar
Bu döneme rastlayan iki tane ilginç tasarısı var Tesla'nın. Biri, mektup ve paketlerin denizaltına yerleştirilecek tüplerle su basıncı kullanılarak iletilmesini sağlayacak olan projesi, çok daha hayali olan diğeri ise, ekvatorun etrafına dünyaya bağlı olmadan kendiliğinden hareket eden bir halkanın inşa edilmesi ve bu halkaya istenildiği zaman dünyadan ulaşılarak, dünyanın kendi etrafında dönüşü sayesinde, trenlerin hiçbirzaman ulaşamıyacağı saatte binlerce kilometre yol alınabilmesinin sağlanması. Bunun komik bir düşünce olduğunu otobiyografisinde Tesla da belirtir ama kendisinden daha kaçık ve komik bir NewYork'lu profesörden bahseder. Bu bilimadamı da atmosferdeki havayı çok sıcak olan bölgelerden ılıman olan bölgelere pompalamak niyetindedir ve bu amaç uğruna devasa büyüklükte bir araç bile yapılmıştır.

Büyük düş

Gratz'daki okulda yapılan deneylerde ilk defa "Gramme Dinamo"yu görür. Bu dinamo bir jenaratör gibi çalışmakta ve tersine çevrildiğinde de bir elektrik motoru olmaktadır. Fakat çok fazla ses ve kıvılcım çıkaran verimsiz bir motor. Bunun üzerine düşündüğünde, kendisinin bu motoru kıvılcımlar çıkartmasına sebep olan fırçaları kullanmadan yapabileceğini iddia eder. Profesörü dersde Tesla'yı şöyle yanıtlar. "Bay Tesla büyük şeyler başarabilir ama kesinlikle bunu yapamıyacaktır".
Tesla bunu yapmıştır! Gratz'daki okulu bitince 1880 de Prag'a gider, babasının arzusunu gerçekleştirmek için üniversite eğitimini orada tamalayacaktır. Burada yaptığı çalışmalarda henüz amacına ulaşamıyacaktır ama bu doğrultuda bir ilerleme olarak komütatörü(elektrik akımının yönünü değiştirir) makineden ayırmayı başarır.

Göethe'nin Faust'u ve döner manyetik alanın icadı

Hayatı tekrardan kazanmıştır ve derinlerde, esasında bunun beynin kazandığı ama henüz dışa ulaşmamış bir savaş olarak görür. Ve bir hafta sonu Şehir Parkında arkadaşıyla yaptığı bir gezi sırasında Göethe'nin Faust'unu ezberden okurken birden fikir aniden bir flaş gibi patlar beyninde. Bir sopayla kuma diyagramı çizer ve arkadaşına, kendisine bir makina kadar gerçek görünen çizimi göstererek, "bak motorumu görebiliyor musun" diye sorar. Bu plan, AC (Alternatif akım) akımdan yararlanmayı sağlayacak ilk adım olmuştur. Döner manyetik alanın prensiplerini belirlemiş ve endüksiyon motorunu tasarlamıştır.
Telefon şirketindeki çalışmasına kaderin bir cilvesi olarak, teknik ressam olarak başlamıştır. Sonraları departmanın başındaki kişinin ilgisini çekmiş ve hesaplamalar, dizayn etme ve yeni makinaların yerleştirilmesinde karar verme yetkileriyle donatılmıştır. Telefon santrali çalışmaya başlayana kadar orada çalışmış ve o günün telefon teknolojisine, patentini hiç bir zaman üzerine almadığı ama onun tarafından icad edildiği bilinen araçlar yaparak katkıda bulunmuştur.

Edison'la tanışma ve büyük umutlar ülkesi "Amerika"

Nikola Tesla, 1882 yılında bir arkadaşının önerisiyle Paris'e, Edison şirketinin bürosuna çalışmaya gitmiştir. Burada Edison'un yakın arkadaşı ve yardımcısı Mr. Batchellor ve bir kaç amerikalıyla daha tanışır. Ancak tek tanıştığı amerikalılar değil "amerikan yaşam biçimi(american way of life)" de olmuştur.
Daha sonraları çok acı çekmesine ve delilik olarak adlandırılabilecek araştırma ve açıklamalar yapmasına sebep olacak sinir bozukluklarına sürükleyecek bu tarz o zamanlarda ona sadece komik görünür. "Amerikalılar benle çok ilgiliydiler, özellikle de bilardo oynamadaki üstünlüğümle. Bu baylara bu konudaki icadımı anlattım ve baylardan biri bana hemen bir hisse senedi(borsa) şirketi kurmayı önerdi. Bu teklif bana son derece komik geldi ve ne demek istediği konusunda, bunun bir amerikan tarzı olması dışında çok küçük bir fikrim vardı" .
Tesla bu dönemde bir Almanya bir Fransa arasında gidip gelmeye başlar. Güç ünitelerinin onarımı için çalışmaktadır. 1883 yılında bir görev için gittiği Strazburg'da, saatlerce çalışmanın sonunda, fırça ve komütatör kullanmaksızın ilk endüksiyon motorunu yapmayı başarır. Strazburg'daki işini başarılı bir biçimde bitirdikten ve şirketinin önemli miktarlarda para kaybetmesini önledikten sonra Paris'e geri döner. Edison'un arkadaşının ısrarıyla bundan sonraki çalışmalarını yürütmesi için "büyük umutların ülkesi" Amerikaya hareket eder. Hiç bir zaman para konularında başarılı olmayacak olan Tesla'nın New York'a vardığında cebinde yalnızca 4 senti vardır.
Edison'la tanışmasının hayatında unutulmaz bir an olduğunu söyler. Bilimsel bir eğitim görmemiş ve Çocukluğunu bazı avantajlardan yoksun olarak geçirmiş bu harika adam onu hayrete düşürmüştür. Bu durumda olduğu halde çok şey başarmış biridir.
Kendisi, bir düzine dil üstüne çalışmış, sanat ve edebiyat dünyasına dalmış, ve en iyi yıllarını kütüphanelerde, Newton'un prensiplerinden Paul de Kock'un romanlarına kadar, eline geçen hertürden kitabı okuyarak geçirmiş ve Edison'la tanıştığında da, bu adamın karşısında bütün bu yılları boşuna yaşamış olduğunu hissetmiştir. Daha sonra yavaş yavaş bu düşüncelerinden sıyrılmış aynı zamanda da yine bu dönemde yaptığı başarılı çalışmala sebebiyle Edison'un güvenini kazanmıştır.

Yüksek Frekans çalışmaları ve Tesla Coil (Tesla Bobini)

Tesla 1889'un sonlarına doğru Pitsburg'dan New York'daki laboratuvarına döner dönmez yüksek-frekans makineleriyle(high-frequency machines) ilgili çalışmalarına kaldığı yerden devam eder. Bu keşfedilmemiş alandaki yapım aşamasının problemleri çok yeni ve pek tuhaftır.
İndükleme tipini(induction type), kusursuz sinüs dalgaları oluşturabilmekten uzak olduğu için reddeder. Sinüs dalgalarının rezonans için çok önemli olduğunu söyler. Nihayetinde, çalışmalarının sonucunda, farklı bir amaçla icad edilmiş de olsa, 1891 yılında bugün radyo, televizyon ve bilgisayar teknolojisi başta olmak üzere birçok elektronik ekipmanda kullanılan Tesla Bobinini(Tesla Coil) keşfetmeyi başarır.
Tesla Bobini, radyo frekanslarında yüzbinlerce volta varılmasını sağlayan yüksek-frekans transformatörüydü. Elektrik akımı bu aletin tepesinde sıçramalara neden oluyor ve mavi kıvılcımlar çıkartıyordu. Bu elektrik deşarjlarının bir alıcı tarafından kablosuz olarak alınabilmesi elektrik enerjinin kablosuz transferini sağlamış olacaktı. 1891 yılında Tesla'nın laboratuvarında yaptığı küçük makineler sadece 10-15 cm lik sıçramalar(deşarjlar) meydana getirebiliyordu. 1900 yılında yaptığı daha büyük olanlarda ise 100 lerce metrelik sıçramalar elde etmeyi başarmıştı. Söylendiğine göre, yüksek frekanslardaki elektrik akımları vücuda zarar vermeden derinin üzerinde dolaşabidiği için Tesla'da bu kıvılcımları parmaklarından alıp vücudunda dolaştırabilirmiş.
Tesla Bobini, onun için yepyeni bir başlangıç demekti. Bütün yaşamı boyunca düşündüğü doğal enerjinin insanlık yararına kullanılması açısından çok önemli bir adım olmuştu. Bu alet sayesinde elektirğin çok yüksek frekanslarda kablosuz olarak transferinin mümkün olacağını düşünüyordu. Ve kuracağı merkezlerle küçük bir kaynaktan yükselterek elde ettiği elektrik enerjisini (milyonlarca volt) kablosuz olarak dünyanın istediği yerindeki alıcılara ulaştırabilecekti.

Bunu yapabilmek için en iyi iletken dediği yerküreyi kullanıyordu. Bu bizim AC sisteminde evlerimizde kullandığımız topraklama gibi düşünülebilir; yerküre esasında kendisine aktarılan elektriği kaybetmez ve topraklanan akım gücünün yettiği yere kadar dalgalar halinde yayılır. Tesla, çok kuvvetli elektrik akımlarını topraklıyordu ve bu akımı başka bir akımla aynı yerden topraklayarak destekliyor ve dalgayı Kuvvetlendiriyordu. Böylece saniyede 300.000 km hızda hareket eden (ışık hızıyla aynıdır) elektrik dalgaları, dünyanın merkezinden geçerek diğer taraftan dünyanın yüzeyine çarpıyor ve tam olarak aynı noktadan geri dönüyordu.

Salıncak örneğinde olduğu gibi küçük küçük ama aynı kuvvette ittirmelerle rezonans mantığına göre yükselen salıncak gibi elektrik dalgaları da her geri gelişlerinde daha kuvvetli oluyor ve daha yükseğe sıçrayabiliyorlardı (Bu metdod 1950 yılında Ay'ın ve 1970 yılında Venüs'ün haritasının çıkarılması için de kullanılmıştır. Radar ışınları aya ve venüse gönderilerek bu ışınların geri dönüş hızlarından dünyamıza ne kadar uzakda oldukları belirlenmişti.)

X-ışınları ve Röntgen cihazı

Tesla'nın bu aleti icat ettiği 1891 yılı onun aynı zamanda Amerikan vatandaşlığına geçtiği tarihdir. Tesla'nın bu dönemdeki çalışmaları değerlendirildiğinde başka bir gerçek daha ortaya çıkmıştır: 1895 yılındaki icadıyla X-ışınlarının mucidi olarak bilinen Wilhelm Röntgen'den 3 yıl önce Tesla bu ışınlarla deneyler yapmış ve insan vücudunun iç kısımlarına ait başarılı resimler elde etmiştir.

Kablosuz yanan ampuller ve Faraday'ın koltuğu

Tesla, yine aynı dönemde yaptığı laboratuvar çalışmalarında elektrodsuz vakumlanmış tüpleri odanın içinde oluşturduğu gerekli yoğunlukta elektrik alanıyla kablosuz olarak yakmayı başarmıştı. Bu deneyin halk önünde tekrarlanmasından sonra Tesla, dünyanın heryerinden çağrılar almaya başlar. Bunlardan bir tanesini değerlendirir ve 1892 yılında Londrada Elektrik Mühendisleri Enstitüsü'nde ders vermeye gider. Oradan Paris'e geçmek üzereyken Sir James Dewar'ın karşı konulmaz bir ısrarla Kraliyet Enstitüsü'nde de gösterisini tekrarlamasını ister. Burada Dewar Tesla'yı bir koltuğa iterek eline bir bardak viski verir ve "şimdi" der: "Faraday'ın sandalyesinde oturuyor ve onun içtiği viskiyi yudumluyorsun".
New York'daki laboratuvarına döndükten sonra tekrardan çalışmalarına başlar, 1895 de laboratuvarının şüpheli bir şekilde yanması bir süreliğine de olsa çalışmalarına ara ermesine neden olur. 1899 yılında ise kendisine ücretsiz enerjinin teklif edildiği Colarado'ya gider.

Colarado günleri, toprakdan çarpılan insanlar ve insan yapımı şimşek Tesla, dev büyüklüğe sahip bobinini kullanarak dünyadan bir iletken olarak yaralandığı ilk deneylerini burada gerçekleştirir. En önemli icadı denilebilecek "sabit karasal dalgaları (terrestrial stationary waves)" burada kullanmaya başlar. Deneyleri sırasında yerküreye elektrik verdiğinden, laboratuvarı çevresinde dolaşan insanların ayakları arasında elektrik sıçramaları meydana geldiği ve etraftaki çiftliklerde ayaklarındaki demir nallar yüzünden atların çılgına döndüğü anlatılmaktadır. Bu şehirdeki sonunu belki delice denilebilecek şekilde kendisi hazırlamış, şehrin ana jenaratörünün yanmasına sebep olmuştur.





Bir gün deneyi sırasında muazzam sıçramalar elde etmeyi başarmıştır, fakat bu sıçramalar bir süre sonra bir şimşekten çok daha korkutucu olmaya ve çıkan sesler bütün bir şehirden duyulur hale gelmiştir. En sonunda ise şehrin ana jenaratörü yanmış ve bütün bir şehir karanlıkda kalmıştır. Tesla, rezonans sayesinde kademe kademe yükseltmeyi amaçladığı sıçramaları başardığını anlasa da deneyi durdurmamış ve en son nereye kadar gidebilir diye laboratuvarının dışarısında bu büyük "canavar"ını seyre dalmıştır.

Sonuç : Bir daha kimse Tesla'ya ücretsiz enerji önermek gibi bir "hata"ya düşmemiştir.

Nobel Ödülü

1915 yılında kendisine Edison'la birlikte fizik dalında önerilen Nobel ödülünü geri kabul etmemiştir.
Maddi olarak çok büyük zorluk içinde olduğu halde şöyle demiştir:

"Böylesi bir ödül bir insan için çok büyük imkanlar sağlayacaktır. Bin yıl boyunca daha birçok Nobel ödülü kazananlar olacaktır. Ve benim, teknik literatürde kendi adımı taşıyan 4 düzine kağıdı dolduracak patentim var. Bunlardan sadece bir tanesini için bile, bundan sonra verilecek binlerce nobel ödüllerinin tümünü verebilirdim..."

Sibirya'da yanan orman, patlayan Fransız gemisi ve Tesla'nın savaş teknolojileri 1915 yılında Tesla kablosuz enerji iletimiyle ilgili yaptığı açıklamalara devam etmektedir. Bu teknolojinin aynı zamanda muazzam bir yok edici kuvveti de olabileceğini ara ara yaptığı açıklamalarda tekrarlamaktadır. Sonradan Amerikan'ın "Yıldız Savaşları" projesine kaynak olacak bütün savaş makinası çalışmaları ve yaptığı açıklamalar "Wardenclyff Projesi"ne desteğin çekilmesi ve kendisini sübvanse edebilecek finansör bulamamasından sonra başlamıştır.
Uzaktan kumanda teknolojisinin de mucidi olan Tesla bu yıllarda, görünmez mesafelerden kontrol edilebilen torpidolar yaptığını ama elektrik dalgalarının çok daha yıkıcı olduğunu iddia etmektedir. Bu açıklamalar yüzünden bazı olaylarda Tesla'nın izi aranmaktadır. 1907'de elektrik sıçramasının sebep olduğu bir patlamayla batan Fransız gemisi "Iena" ve 1908'de Sibirya'da bulunan Tunguska nehrini çevreleyen 200-250 bin hektarlık bir ormanın, 10-15 megatonluk bir patlamaya eşdeğer bir patlamanın ardından yanarak yok olması... Bunlar elbette kanıtlanmış değildir ama tam da Tesla'nın her türden yok edici silahı icad ettiğini söylediği yıllara rastlayan sıradışı olaylardır.

Tek kabul ettiği yardım: Emekli maaşı

Tesla 1943 yılında 87 yaşında ölmüştür. O güne kadar, biri hariç, geçimi için Westinghouse da dahil olmak üzere zengin arkadaşlarının teklif ettiği hiç bir yardımı kabul etmemiştir.
Bu yardımda 1936 yılında ona Yugoslavya tarafından bağlanan emekli aylığıdır. Öldüğünde yanında en sevdiği hayvanlar olan güvercinleri bulunmaktadır.

Amerikan yüksek mahkemesinin kararı: Radyo'nun gerçek mucidi Tesladır.
Nikola Tesla'nın adı Amerikan kaynaklı kitaplardan silinmiş de olsa değeri kendi ülkesinde fazlasıyla bilnmektedir ve Belgrad'da adına bir müze kurulmuştur. Ayrıca Westinghouse müzesinde de kendi adına bir bölüm bulunmaktadır. Niagara Şelalelerindeki su türbinlerinin orada da bir heykeli vardır. Ayrıca Amerikan adaletinin en yüksek karar mercii olan "supreme court" 1943 yılında daha önceden Marconi karşısında kaybettiği ve kendi buluşu olan Radyo'nun o güne değin hatalı bir biçimde Marconi'nin ismiyle anılmasını durduracak kararı vermiş ve Radyo'yunun icadının gerçek sahibinin Tesla olduğunu söylemiştir.


Zamanın ötesindeki Bilim Adamı
Tesla, daha yaşarken efsane bir isim olmuş ve elektriğin tanrısı olarak anılmaya başlamıştır. Elektrikle istediği herşeyi yapabilen bu mucidin 700'ün üzerinde patentli icadına rağmen geniş bir kesim içinse yararlı bir kaç buluşu haricinde tam bir delidir. Adının uzun bir zaman hafızalardan silinmesinin ve sadece çok küçük bir kesim içinde tanınmasının ardında ilginç iddialar yer almaktadır. Tesla'nın kapitalist sistemi çökertebilecek enerji teknolojisinin fazla derinlemesine araştırılması istenmemiştir ayrıca bu teknolojiyle süper güçlerin gizli projeler yürüttüğü iddiaları araştırmaya değerdir.
Tesla, New York'daki laboratuvarında yaptığı deneylerde bir kaç kilometreden hissedilen bir deprem yaratabilmiş sıradışı bir muciddir.
Yıllar önce kablosuz iletişim de, sadece sesin ya da yazının değil her türden görüntünün aktarılmasının mümkün olduğunu düşünebilen bir kişidir.
Dünyanın bütün iletişimini ve en önemlisi de enerji ihtiyacını kablosuz olarak atmosferden ve yerküreden yararlanarak sağlayabileceğini iddia etmiştir.
Uzaktan kumanda teknolojisini icad etmiş ve çok büyük kalabalıklar önünde müzesinde de görebileceğiniz ilk uzaktan kumadalı gemi maketini yüzdürmeyi başarmıştır.
Üzerinde çalıştığı ve sürekli olarak Hertz dalgalarından çok farklı ve çok çeşitli iletişimlere imkan sağlayan değişik dalga türleri üzerine çalışmıştır.
Milyonlarca voltluk elektrik akımlarının her tarafa sıçradığı bir odada sakince kitabını okuyabilecek kadar egemendir elektriğe...





Stephen Hawking
STEPHEN HAWKING (1942 -....)



Şu an bir tekerlekli sandalyede yaşayan ve dış dünya ile iletişimini sadece özel bir bilgisayar ile yapabilen ve çağımızın en büyük yaşayan fizikçilerinden biri olarak kabul edilen stephen hawking'in hayatı bir ibret hikayesi. lütfen okuyun....

1942 yılında Oxford kentinde doğan Stephen Hawking University College'da Trinity College'da öğrenim gördü. Daha sonra Caius College'da öğretim görevlisi oldu.1960'larım başında tedavisi olmayan amyotrofik lateral skleroz hastalığına yakalandı.

Buna rağmen çalışmalarına devam etti.Görelilik kuramı ile kuvantum mekaniğinden yararlanarak kara deliklerin özelliklerini kuramsal olarak ortaya koydu.


Çalışmaları klasik termodinamiğin ile kuvantum mekaniğin yasaları arasındaki ilişkiyi ortaya koyduğu için önemlidir. Fiziğe katkılarından dolayı birçok ödül kazanan Hawking 1979 yılında Isaac Newton için kurulan Lucas Kürsüsüne getirilmiştir.Stephen Hawking... Einstein’den bu yana dünyaya gelen en parlak teorik fizikçi olarak kabul edilen matematik profesörü.21 yaşındayken Charcot (ALS) hastalığı tanısı kondu. Motor nöronların zamanla yüzde seksenini öldürerek sinir sistemini felç eden; ancak beynin zihinsel faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking’i tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkum etti.






Ünlü bilim adamı, 1985 yılından bu yana sesini de yitirmiş olduğu için, koltuğuna yerleştirilmiş, yazıları sese dönüştürebilen bilgisayarı sayesinde insanlarla iletişim kurabiliyor. Kuantum fiziği ve kara deliklerle ilgili iddialarıyla, bugün yaşayan bilim adamları arasında dünyada en çok tanınan isim, Hawking. Kitapları, 40 dile çevrildi; evrenle ilgili çılgın teorik bilgilerini popüler hale getirmek için gereken maddi bağımsızlığı sağlayacak ve Cambridge Üniversitesi’ndeki uygulamalı matematik ve teorik fizik laboratuvarını geliştirecek kadar da sattı.






Hastalığıyla gizemli bir kişilik oluşturan Hawking, kıyamet habercisi gibi. Son kitabı “Ceviz Kabuğundaki Evren”de, dünyanın büyük bir felakatle karşı karşıya kalabileceğini belirterek uzayda insan kolonileri kurulmasını gündeme getirmiş, bu önerisiyle de ilahiyat profesörü Y. Nuri Öztürk tarafından “Dabbetü’l–Arz” yani kıyameti haber veren yaratık olarak nitelendirilmişti. Bir fenomen haline gelen ve milyonlarca satan “Zamanın Kısa Tarihi” kitabı, Hawking’e asıl şöhreti getirmişti. İlk kitabının yayımlanmasından bu yana gerçekleşen önemli buluşların ardındaki sırrı açığa çıkaran “Ceviz Kabuğundaki Evren”, “Zamanın Kısa Tarihi”nin bir devamı sayılabilir.




Yeni kitabıyla yazar, bizleri çoğu kez gerçeklerin kurmacadan daha şaşırtıcı olduğu teorik fiziğin en üst noktalarına çıkarıyor ve evrenin temel ilkelerine dair anlaşılır yorumlarda bulunuyor.


Görelilik kuramından zaman yolculuğuna, süper kütle çekiminden süpersimetriye, kuantum teorisinden M-Kuramı’na ve bütünsel beyin algılanımına kadar evrenin bilinen en kışkırtıcı sırlarına kapı aralayan kitap, Einstein’in “Genel Görelelik Kuramı” ile Richard Feynman’ın çoklu geçmiş düşüncesini birleştirerek evrende olup bitenleri tanımlayabilecek eksiksiz ve tek bir teori geliştirmeye çalışıyor.

Okur, kitabı bir bilimsel eser olarak algılayabileceği gibi, rahatlıkla bir bilim–kurgu romanı gibi de değerlendirebilir. Hawking’in “karmaşık önermeleri günlük yaşamdan çekip aldığı analojilerle resmetme becerisi” buna imkan tanıyor çünkü. STEPHEN HAWKING DEN BAZI SÖZLER.

“İnsanoğlu, evren tarihinin sadece küçük bir dönemi boyunca varlığını sürdürüyor. Karşılaşacağımız yabancı bir yaşam formu, bize göre çok daha ilkel veya çok daha gelişmiş olabilir.”
“Embriyoların insan vücudu dışında büyütülmesiyle daha büyük beyinler ve daha gelişmiş bir zeka sağlayacaktır.”
“Sıradan bir solucanın beyni, günümüzde bilgi-işlem gücü açısından bilgisayarlarımızı geride bırakıyor.”
“Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang'ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi.”
"Görelilik kuramı mutlak zamanı çöpe attı. Bir çift ikizi düşünelim. Diyelim ki ikizlerden biri dağın tepesinde yaşasın, ötekisi deniz yüzeyinde. İlk ikiz (yani dağın tepesinde yaşayan) ikincisinden daha çabuk yaşlanacaktır. Yani yeniden karşılaştıklarında öbüründen daha yaşlı olacaktır." (Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.54)
"Gen mühendisliginin iyi bir iş olduğunu söylemiyorum. Ancak gelecekte, beğenelim beğenmeyelim, (gelecek yüzyıl ya da bin yılda değilse bile) önümüzdeki milyonlarca yıl içinde muhtemelen genetik olarak geliştirilmiş insanlar olacaktır"
"Gelecek yüzyılda kendimizi yok etmezsek, gezegenlere ve yakın yıldızlara gidebileceğiz"
"İnsandan daha gelişkin çok üstün canlı türleri varsa niye diğer gökadalara yayılmadılar... Veya bizi ziyaret etmeyip de bizi kendi halimize bırakıp başımıza açtığımız dertlere yanmamızı seyredilenler olabilir mi ?.. Daha düşük düzey bir yasam sekline bu denli hürmetkar olabileceklerinden şüphe ederim."
"Böyle giderse 2 bin 600 yılında dünyada tüm insanlar omuz omuza sıkışık duracaklar"
"Günümüzdeki insanlara benzeyen tiplerin yer aldığı Uzay Yolu gibi bilim kurgu filmlere inanmıyorum. İnsanların üzerinde genetik mühendisliğin yasaklanması isteniyor. Ama ben bunun yasaklanabileceğine ihtimal vermiyorum. Ekonomik nedenlerle, hayvanlar ve bitkilerin genleriyle oynanmasına izin verilecek. Ve bir gün biri, insanların genleriyle de oynayacak. Eğer totaliter bir dünyada yaşamıyorsak, bir yerlerde birileri, insanları yeniden yaratarak geliştirmeyi denemesi kaçınılmazdır..."
Stephen Hawkingin Bazı kitapları
The Large Scale Structure of Spacetime, 1973
General Relativity: An Einstein Centenary Survey, 1979
Superspace and Supergravity, 1981
A brief history of time (zamanın kısa tarihi: dünya çapında en çok yankı uyandıran ve en çok tanınan kitabı)
Black Holes and Baby Universes and Other Essays

HABER:
En zeki adama kadın işkencesi

Karısı, 210 IQ ile dünyanın en zeki adamı olan engelli astrofizikçi Steven Hawkings’i küvete batırıyor ve altına kaçırmasını sağlıyordu.

Zamanın Kısa Tarihi adlı kitabıyla tanınan ünlü İngiliz astrofizikçi Stephen Hawking’in (64) 11 yıllık karısı Elaine’den fiziksel şiddet gördüğü için boşanacağı haberi tüm dünyada ilgi uyandırdı.

Elaine’in (55), 22 yaşından bu yana tekerlekli sandalyeye mahkum ve bilgisayar yardımıyla konuşan Hawking’e inanılmaz işkenceleri ilk kez ortaya çıktı.
EŞ DEĞİL CANAVAR İngiliz Daily Mail’e konuşan Profesörün eski bakıcısı bir kadına göre Elaine kocasını erkek bakıcısıyla aldatıyordu. Hawking’e lazımlık vermiyor, saatlerce idrarını tutan profesör onlarca insanın içinde altına kaçırıyordu. Banyo sırasında küvete batırıyor dakikalarca suyun altında bırakıyordu. Sandalyesinin tekerlerini kilitleyerek evlerinin bahçesinde saatler güneş altında kalmasını sağlıyor, bilimadamının yüzü yanıklar içinde kalıyordu.








Alexander Graham Bell
Alexander Graham Bell'in Hayatı


(3 Mart 1847, Edinburgh – 2 Ağustos 1922 Baddeck)


1876'da Telefonun icadı ile tanınan Alexander Graham Bell, 1847 de İskoçyada Edinburgh da doğdu. Ontario ya yerleşti, daha sonra Amerikaya, ve Boston'a yerleşti.Aslında Graham Bell, sağırların sessizliğini ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Bunu başaramadı ama her gün yeni bir özelliğe kavuşan telefonla birbirinden kilometrelerce uzaktaki insanların birbirlerini duymalarını sağladı.


Telefonun yaratıcılarından olan Graham Bell'in annesi doğuştan sağırdı. Dedesi ve babası yıllarını sağırlara adadı. Özellikle babası sağırlara duymasalar bile konuşmayı öğretmenin yollarını geliştirmeye çalıştı. İki kardeşi veremden ölünce, babası kalan tek oğlunun sağlığı için Kanada'ya göçtü. Babasının ölümünden sonra onun çalışmalarını tanıtmak ve yaymak için çabalayan Graham Bell ABD'ye gitti. Burada bir süre sağırlara dil öğretmeni yetiştiren okulda çalıştı. Daha sonra kendi okulunu kurdu.

Ünü kısa sürede yayılan Bell, Oxford Üniversitesi’ne konuk öğretmen olarak çağrıldı. İngiltere'de eline geçen Alman Hermann von Helmholz adlı bilginin işitme fizyolojisine ilişkin kitabını okudu. Müzik sesinin bir tel aracılığı ile aktarılabilineceği düşüncesi üzerinde yoğunlaştı. Bu sırada başka bilim adamları da bu konularda çalışmalar yürütüyordu. İlisha Gray bunlardan biriydi.


İngiletere'den dönen Bell, Boston Üniversitesi İnsan Sesi Fizyolojisi dalı profesörlüğüne getirildi. Kuramsal bilgilerini teknik destekle yaşama geçirmeye ve işitme engelliler için duymalarını sağlayacak aletler yapmaya girişti. Thomas Watson adlı bir elektrik mühendisi ile birlikte çalışmaya başladı. Çalışmalarını yürütmek için maddi destek gerektiğinde kendisine Avukat Gardnier Greene Hubbart yardım elini uzattı. Bell ve Watson 1875 yılında sesin tel üzerinden bir başka yere gittiğini ortaya çıkardı. Ancak ses anlaşılmaz bir durumdaydı. 14 Şubat 1876 günü Bell ve Gray telefon patenti almak için ayrı ayrı başvuru yaptı. Bell'e 7 Mart günü istediği patent verildi. 174.465 nolu patentini alan Bell atölyede denemelerini sürdürürken telefonu çalıştırmak için kullandığı bataryadan pantolonuna asit döküldü. Watson'u yardıma çağırdı:

"Bay Watson, çabuk buraya gelin. Sizi istiyorum."

Bell yardımcısını yardıma çağırırken farkında olmadan 125 yıl önce 10 Mart günü ilk telefon görüşmesini yaptı. Watson Bell'in sesini "telefon"dan duydu. ABD'nin 100’üncü kuruluş yıldönümüne denk gelen bu buluşu ona düzenlenen Yüz Yıl sergisinde birçok ödül kazandırdı. Bell bilimsel çalışmalarını yürütmek için maddi ve manevi destek gördüğü Hubbart Ailesi’nden Mabel ile bir yıl sonra evlendi.




Eşi dört yaşından beri sağırdı. Bell öğrencisi olarak tanıdığı ve daha sonra evlendiği Mabel'e derin bir sevgi duydu. Artan ününe karşın hiçbir zaman ne eşini ne de sağırları unuttu. Eşine yazdığı bir mektupta "Eşin, hangi noktaya çıkarsa çıksın, ne denli zengin olursa olsun, emin ol sağırları ve onların sorunlarını her zaman düşünecektir" diye yazmıştır.


Alexander Graham bell ve Ailesi
Eşi Mabel, ve çocukları Elsie May (solda) ve Daisy (sağda).



Bugün öne çıkan buluşlarının gölgesinde kalan yapıtlarının çoğu sağırlık konusundaydı. Sağır annesinin ve eşinin duyamadığı sesleri kaydetmeyi başardı. "Gramofon"dan kazandığı parayı bugün de sağırlar için çalışmalar yürüten Alexander Graham Bell Sağırlar Kurumu’na harcadı. Fransa hükûmeti insanlığa hizmetinden dolayı onur ve para ödülü verdi. Verilen parayı Washington'da Sağırlar için Volta Enstitüsü’nü kurmada kullandı. İlk el telefonunu geliştirmek için Bell teknik sorunları alt etmeye çalışırken bir yandan da kendisini dava eden Gray'a karşı hukuk savaşı verdi. Telefon atölyeden 4 yılda çıkabildi. 1880 yılında Bell'e yardım eden Tainer radyofon adını verdikleri aleti denedi.

Bir okulun tepesine çıkan Tainer çok uzaktan görebildiği Bell'e telefonla seslendi "Bay Bell. Bay Bell. Beni duyabiliyorsanız lütfen pencerenin önüne gelip şapkanızı sallayın." Bell şapkasını salladığında artık telefon doğumunun ardından emeklemeye başladı. Sekiz yıl sonra Connecticut eyaleti ilk telefon şebekesine sahip kent oldu.

Telefon yakın yıllara dek Türkiye'de olduğu gibi santraller ve memurlar aracılığı ile yürütülüyordu. Bir süre sonra santrallerde erkek memur yerine kadın memurun çalışması geleneği başladı. İlk kadın santral memuru da Boston'da çalışmaya başlayan Emma Nut oldu.



Kimi siyah beyaz filmlerde gülme konusu yapılan "manyetolu telefon" görüşmeleri 1899 yılında Almon B. Stowger adlı birinin katkısı ile otomatikleşmeye yöneldi. İşin garip tarafı Stowger telefoncu değil cenaze levazımatçısıydı. Rakibinin eşi telefon şirketinde çalışıyordu. Cenaze işleri için Strowger'ı arayanları bu memur kendi eşine bağlıyordu. Bu zor durum karşısında çözüm bulmak için kolları sıvayan Strowger otomatik santralı yapmayı başardı. Halk yeni telefona "kızsız telefon" adını taktı.

Bugünkü telefonlara benzemeyen bir biçimdeydi. Üzerinde birler, onlar, yüzler basamağını temsil eden üç tuş bulunuyordu. Bağlanmak istenen numara tuşlara aranan numarada yer alan rakamın değeri kadar basılarak sağlanıyordu. Arayan kişi tuşa kaç kez bastığını sık sık şaşırdığı için karmaşaya da yol açıyordu. Bunun da çözümü çok geçmeden bulundu.




Kısa sürede New York sokaklarını telefon direkleri ve kablo hatları örümcek ağı gibi kapladı. Yürünmez bir hale gelen sokaklardaki bir telefon direği kabloları tutan 50 çapraz tahta taşıyordu. Telefon günlük yaşama değişik biçimlerde girmeye başladı.

O yıllarda yayımlanan gazetelere verilen bir reklamda telefon şöyle tanıtıldı:

"Sohbet. Ağızdan kulağa telefonla konuşarak çok daha rahat..."



Bell 1915 yılında New York'u San Francisco'ya bağlayan ilk uzun kentlerarası telefon hattını açtı. Karşısında yine yardımcısı Watson vardı. Aradan geçen onca yıla karşın Bell ilk günü unutmadı. Watson'a "Watson seni istiyorum, buraya gel" dedi.


Telefonun olanaklarından yararlanarak müşteri çekmek isteyen oteller arasında kıyasıya bir savaş başladı. Oteller ünlü müzik, tiyatro, opera, konser salonlarına bağlanan telefon "Tiyatrofon" hattı ile aldıkları sesi lobilerinde oturan müşterilerine dinletmeye başladı. Bu evlere ve iş yerlerine yayıldı.

Graham Bell belleklerde telefonun bulucusu olarak yer etse de adının öne çıkmadığı çalışmaları da vardı. Bunlardan biri büyük bir ilgi ile tüm dünyanın izlediği National Geographic dergisindeki yöneticiliğiydi. Yüzyirmi yıl önce silahlı saldırıya uğrayan ve ağır yaralanan ABD Başkanı Garfield'ın bedenindeki kurşunların yerini belirlemede ilk kez kullandığı telefonik sonda, Röntgen'in X ışınları ile tanıyı geliştirilmesinde kullanıldı. Deniz ve hava taşımacılığı için projeler gerçekleştirdi.

1893 yılında telefon ile ilgili gelişmeleri kaleme alan bir yazar gözlemini şöyle dile getirdi: "Şu anda duyabildiğimiz sanatçı ve şarkıcıları bir süre sonra insanlık görmeyi de başaracak."
Bu sözler "televizyon" özlemi olarak yorumlanmasına karşın gelişen teknoloji görüntülü cep telefonlarını, internet üzerinden canlı yayınla iletişimi işaret ettiğini göstermektedir. Bilimkurgu severler ise "Uzay Yolu" filminden esinlenerek insanların ışınlanmalarından, insanların bulundukları yerde başka bir yerdeki olayı üç boyutlu olarak ekranlarda görerek ya da duyarak değil hissederek elde edeceği günleri tartışıyor.

Sağırlığa karşı yürütülen savaşımın sonucu insanlık dünyasının sağırlığını gideren bir buluşu armağan eden Bell öldüğünde ona duyulan büyük saygı ve sevgiden ötürü soyadından yola çıkarak telefonu simgelemek için kırmızı "çan" resimleri kullanıldı...

Graham Bell'in Telefon Taslağı



Alexander Graham Bell'in Telefon Patent Metni






GRAHAM BELL'İN TELEFON PATENTİ







Richard Philip Feynman
Richard Philip Feynman'ın Hayatı (1918 -1988)



20.yy'ın fizikçi filozofu. Fizikçilerin fizikçisi. Çok parlak bir deha. Kendi kendisiyle,otorite geçinenlerle gırgır geçen bir özgür kafa. Richard Feynman, 11 Mayıs 1918'de Queens, New York'ta(Brooklyn’de) doğdu. Daha 15 yaşındayken diferansiyel hesabı öğrendi.
1936'da, MIT'ye girdi ve fizik eğitimi aldı. 1939'da Princeton'a gitti. Doktorasını 1942'de John Arhibald Wheleer nezaretinde çalıştığı Princeton Üniversitesi'nden aldı. 1942'de, daha 24 yaşında iken Los Alamos'taki Manhattan Projesi'nde önemli bir rol oynadı. Hans Bethe'nin altında dört kişilik grubun lideri olarak çalıştı. Uranyumun patlaması içen gerekli kritik kütleyi hesapladı.
Feynman,Nobel Fizik Ödülünü, kuantum elektrodinamiği kuramıyla başarıyla çözdüğü problemler için aldı. Sıvı helyumda süper akışkanlık olayını dikkate alan bir matematiksel kuram da yarattı. Ondan sonra Murral Gell-Man ile beta bozunması gibi zayıf etkileşimler alanında çalıştı. Daha sonraki yıllarda,yüksek enerjili proton çarpışması yöntemlerinin parton modelini öne sürerek kuark kuramının gelişmesinde anahtar rol oynadı. Feynman fiziksel hesaplamalara ilişkin yeni temel teknikler ve notasyonlar getirdi, aynı anda her yerde hazır ve nazır Feynman Diyagramları'nı geliştirdi. Bu diyagramlar parçacık etkileşimlerini gösteriyordu.
Doktorsanı John Wheeler’in danışmanlığı altında 1942’de Princeton’da tamamladı. Gençliğine karşın, İkinci Dünya Savaşı sırasında Los Alamos’taki Manhattan Projesi'nde önemli rol oynadı. Canlı kişiliği ve şakalarıyla sıradışı; ama vazgeçilemez bir fizikçi olarak bu projede rol oynadı.Sonra Cornell’de California Teknoloji Enstitüsünde ders verdi. 1965’te kuantum elektrodinamiğindeki çalışmaları için Sin-Itero Tomanaga ve Julian Schwinger ile birlikte Nobel Fizik Ödülünü aldı. O, doğaya karşı sınırsız bir ilgi duyuyordu. Bu ilgisi yalnızca bilimsel başarılarını tetiklemekle kalmadı;onu Maya hiyerogliflerini çözmek gibi şaşırtıcı başarılara götürdü.
Hawking, Ceviz Kabuğundaki Evren'de onun buluşunu şöyle değerlendirir:Feynman, İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda,kuantum mekaniği hakkında etkili yeni bir düşünce biçimi buldu. Her bir parçacığın belirli,tek bir tarihi(geçmişi) olması varsayımına karşı çıktı. Bunun yerine parçacıkların uzay-zamanda olası her yol boyunca bir konumdan diğerine ilerlediği önerisini getirdi.

Feynman,her bir yörünge ile bir dalganın boyutu –genliği- ve biri de fazı-çukurda veya tepede bulunması-olmak üzere iki sayıyı ilişkilendirdi. A’dan B’ye giden bir parçacığın olasılığı, A ve B’den geçen olası her yolla ilgili dalgaların toplanmasıyla bulunuyordu.Yine de nesnelerin günlük dünyasında başlangıçları ile sonuçsal hedefleri arasında tek bir yol izliyormuş gibi görünür. Bu durum Feynman'ın birden fazla geçmiş (veya geçmişlerin toplamı)fikri ile uyum gösterir. Çünkü her bir yola sayılar atama kuralı,büyük nesneler için yolların katılımları birleştirildiğinde, biri dışında bütün yolların birbirini etkisizleştirilmesini garanti eder.

Sonsuz yollardan sadece biri makroskopik nesnelerin hareketi gözönüne alındığı sürece, önemlidir ve bu yörünge de Newton’un klasik hareket kanunlarından ortaya çıkandır.Feynman,dikkate değer bir eğitimciydi. Öğretmeyi seviyordu. Sayısız ödül aldı. Özellikle 1972'de kazandığı Oersted Öğretme Madalyası onu pek gururlandırırdı. Feynman Fizik Dersleri (üç cilttir)1963'te yayımlandı Scientific American'da bir eleştirmen bu kitap için zor ama besleyici ve çok lezzetli. 25 yıl sonra öğretmenler için klavuz ve yeni başlayan öğrenciler için en iyisidiye yazmıştı. Yine fiziğin halk arasında yayılmasını amaçlayan Fizik Yasaları Üzerine ve Kuantum Elektrodinamiği: QED Maddenin Alışılmadık Kuramı adlı kitaplar yazdı. O, araştırmacılar ve öğrenciler için klasik başvuru ve el kitapları olan birtakım ileri yayınların da yazarıydı. Richard Feynman, yapıcı bir halk adamıydı.


1986'da Challenger Uzay Mekiği kazasını soruşturan komisyonundaki çalışması ilginçti: bir bardak buzlu suya bir plastik parçası atarak basit bir deneyle,kazanın bir conta hatasından kaynaklandığını kanıtladı. Contayı buzlu su sürahisi içine yerleştirip kelepçe ile sıkıştırdıktan sonra contanın kelepçe hareket ettiğinde geriye bükülemediğini gösterdi. Ünlü O-halkalarının soğuğa duyarlılığı açıklaması iyi bilinir.

Daha az bilinen Feynman'ın 1960'larda ders kitaplarının sıradanlığını protesto ettiği California Devlet Müfredat Programı Komitesi'ndeki çabalarıydı. Feynman'ın her problemi formüle etmek için yeni ve daha iyi yollar bulmak veya kendi söylediği gibi etrafında dolanmaktaki sabrı herkesçe bilinir. Kariyerinin ilk döneminde elektrodinamik onu büyüledi ve kuantum elektrodinamiğine sezgisel bir bakış geliştirdi. Elektronun kendi alanıyla herhangi bir etkileşimde bulunmadığından o kadar emindi ki şunları söyledi:O başlangıçtı, bu fikir benim için o kadar açıktı ki ona adeta aşık oldum. Çağımızın önemli sezgicisi olarak adlandırıldı. Nobel Ödülünü kabul konuşmasında şunları söyledi: Fizikçi gözüyle bile,ben, kabul edilen elektrodinamiğin kurallarının ve denklemlerinin nasıl elde edildiğinin bir gösterimine sahip değilim...Yunan geometrisindeki Öklid'in yaptığı gibi asla oturmadım ve eminim ki bunların tümünü tek bir aksiyon kümesinden elde edebilirsiniz
1988 yılında kanserden öldü. Parçacık fiziğine çok katkılar yaptı. Onun adıyla anılan diyagramlar, parçacık fiziğinin hemen her hesaplamasında yer alır. Fakat daha önemli bir katkısı, geçmişlerin toplamı kavramıydı. Burada fikir, bir sitemin klasik kuantum dışı fizikte normal olarak varsayıldığı gibi uzay-zamanda tek bir geçmişe sahip olmadığıdır. Onun yerine, sistem, her olanaklı geçmişe sahiptir. Örneğin, belirli bir zamanda A noktasında olan bir parçacığı düşünün. Normal olarak parçacığın A’dan uzaklaşırken düz bir çizgi üzerinde hareket edeceği varsayılır. Ancak geçmişlerin toplamına göre, A’da başlayan herhangi bir yolda ilerleyebilir. Bu durum, bir kurutma kağıdına bir parça mürekkep damlattığınız zaman gerçekleşecek şeye benzer. Mürekkep parçacıkları kurutma kağıdında mümkün olan her yoldan yayılır. Kağıdı keserek iki nokta arasındaki düz çizgiyi tıkasanız bile mürekkep köşeden döner.
Parçacığın her yoluna veya geçmişine ilişkin, yolun şekline dayanan bir sayısı olacaktır. Parçacığın A noktasından B noktasına gitmesi olasılığı parçacığı A’dan B’ye götüren tüm yollarla bağlantılı sayıların toplanmasıyla bulunur. Yolların çoğu için yolla ilişkin sayı yakındaki yolların sayılarını hemen hemen siler. Böylece onlar parçacığın A’dan B’ye gidişinin olasılığına çok az katkıda bulunurlar. Fakat düz yolların sayıları hemen hemen düz olan yolların sayılarıyla toplanır. Böylece olasılığa ana katkı düz veya hemen hemen olan yollardan gelecektir. Bu nedenle bir parçacığın bir köpük odasından geçerken yaptığı iz hemen hemen düz görünür. Fakat parçacığın yoluna üzerinde bir yarık bulunan bir duvar gibi bir şey koyarsanız, parçacık yolları yarığın ötesinde yayılabilir. Parçacığı yarıktan geçen düz çizginin uzağında bulma olasılığı yüksek olabilir.
Feynman'ın binlerce bilimsel ve eğitsel başarısının sergilenmesi insanın ruhunu yeterince yakalayamaz. Sadece teknik yayınlarının çoğunun herhangi bir okuyucusu olarak bile, Feynman'ın canlı ve çok yanlı kişiliğinin bütün yapıtında ışıldadığı bilinir. Fizikçi varlığı bir yana,o çeşitle zamanlarda bir radyo tamircisi, bir kilit açıcı, sanatçı,dansça,bongo çalıcısı ve hatta Maya hiyeroglifleri çözücüsüydü. Dünyası hakkında sürekli meraklı,örnek bir deneyimciydi.1950'lerde, Cal Tech'e gitti.. 1965'te, Julian Schwinger ve Shinichiro Tomonaga ile birlikte Nobel Fizik Ödülüne layık görüldü;konuları kuantum elektrodinamiği idi. 15 Şubat 1988'de kanserden öldü.Caltech'teki öğrencileri basit bir pankartla duygularını dile getirdiler:Seni seviyoruz Dick.
Bazı çalışma arkadaşlarından görüşler:
"Parlak,hayat dolu, hoş komşum Feynman,çok derin sorunların tartışmasında tahrik edici (bazen öfkelendirici) bir ortaktır. Fikirlerini ve aptalca şakalarını hesaplama yarışmalarında değiştirebiliyordu. Birbirimize kıvılcımlar saçıyorduk. Fakat oldukça neşeliydi" Murray Gell-Mann
Feynman'ı okumak çok büyük zevk ve eğlencedir.Konuşmalarında olduğu gibi makalelerinde sanki okuyucu onu tahtada sonuçları çıkarırken seyrediyormuşçasına doğrudan iletişim kurardı."David Pines
"Bulmacaları ve oyunları sevdi.Aslında dünyayı bir çeşit oyun olarak gördü. davranışının ilerlemesi,bazısı bilinen bazısı bilinmeyen belli kuralları izledi... Kuralların işlemediği yerler ve durumlar bulup,bunu yapan yeni kurallar koydu." David L.Goodstein
"Feynman teorisyenlerin teorisyeni değil, fizikçilerin fizikçisi ve hocaların hocasıydı." Valentine T.Telegdi
Bilinmeyenleri çözmek için duyduğu dayanılmaz istek, kışkırtıcı yaramazlığı, gösteriş ve ikiyüzlülüğe karşı sabırsızlığı,kendisini altetmeye çalışan herkesi altetmedeki hüneri bu karakterin belirgin çizgileridir."Albert R.Hibbs

Cornell'deki öğrencilerinden biri olan Laurie M.Rown oyunbaz, şovmen Feynman hakkında şunları söyledi: Kaba yapısından dolayı ilk bakışta değerinden aşağı,doğuşutan gelen zekiliğinden,psikolojik kavramasından, sağduyusundan ve ünlü Feynman huyundan dolayı hep başarılıydı.. Ne olursa olsun,dedektif Feynman şaka yapabilirdi,fizik sevgisi hürmet derecesine ulaşmış biriydi








John Von Neumann
John Von NEUMANN'IN HAYATI (1903 - 1957)



Amerikalı matematikçi John von Neumann 1903 yılının 28 aralığında Budapeste de doğdu.
1921 yılından 1923 yılına kadar Berlin Üniversitesinde kimya tahsili gördü. İki yıl sonra İsviçre'de Teknik Yüksek Okulu'ndan kimya mühendisliği diploması aldı. Nihayet 1926 yılında Budapeşte Üniversitesi'nden matematik doktorası aldı. Budapeşte'deki çalışmalarını bitirir bitirmez, genç matematikçiye Göttingen Üniversitesi'nde Rockofeller bursu verilmişti. Burada, 23 yaşındayken ilk şaheser eseri "Kuantum Mekaniğinin Matematik Temelleri"ni yayınladı. Bu eser bütün atom ve nükleer fiziğin üzerine kurulduğu Kuantum Teorisi anlayışı için çok önemliydi. Gene o yıllarda Von Neumann Berlin Üniversitesi'nde ilk öğretim üyeliğini kabul etti.

John Von Neumann Berlin'de iken poker oyununu incelemeye başladı. Özellikle bu oyun onun ilgisini çekmişti, çünkü bu oyunla sadece şans faktörü değil aynı zamanda oyuncunun strateji meselesi de işe karışıyordu. Böyle bir oyun matematik terimleriyle tarif edilebilir miydi? Genç matematikçi işe girişti! Birkaç ay içinde matematik incelemelerine yeni bir saha getiren "Oyunlar Teorisi"ni geliştirdi. Bu yaklaşımı sadece şans ve strateji oyunlarına değil , aynı zamanda ekonomi, askeri strateji ve sosyoloji gibi önemli alanlara da uygulandı. "Oyunlar teorisi" Von Neumann yalnızca yirmi beş yaşında iken, matematiksel bir sanat eseri olarak kabul edildi.
1930 yılında Princeton'un bir yıllık ders teklifini kabul etti ve 1931 yılında burada kalmaya karar verdi. Burada da Berlin'de olduğu gibi farklı öğretim metotları ile öğrenci ve profesörlerin ilgisini çekmiştir. 1933 yılında Von Neumann, Princeton'da araştırmacılar için yeni açılan uluslararası bir merkez olan İleri Araştırmalar Enstitüsü'nde profesör olması çağrısı aldı. Orada birkaç yıl matematik araştırmalarına derinlemesine daldı.
2.Dünya savaşına uzanan yıllarda ve savaş süresince Von Neumann,askeriye için çalışmıştır. Kendisi burada askeriye için ilk elektronik hesaplayıcı olan "ENIAC" ı 1945'te savaş sona erene kadar tamamlamıştı. Ayrıca burada 1957'de kanserden ölümüne sebep olan radyasyon hastalığı ile temas ettiği tahmin ediliyor. Savaştan sonra bir matematikçi (kendi türü bir matematikçi) ile yaşantısını sürdürmeye devam etti.

Uzun araştırmalar sonucu onun harika makinesi MANIAC (Matematiksel Analizci, Nümerik Integralci ve Computer), insanların hizmetine hazırdı. Öyle ki bu makina önceleri birkaç yıl alan bir problemi bir saatte tamamlıya biliyordu. NORC (Noval Ordinanse Research Computer - Askeri Düzeni Araştırma Bilgisayarı) Von Neumann'ın ikinci bilgisayarıydı. Bu hünerli makina yirmidört saatlik bir hava tahminini birkaç dakikalık zamanda verebiliyor, yerkürenin özü hak-kında bilgi kaydedebiliyordu. Atlantik ve Pasifik Okyanusları'nın med ve cezir hareketlerini hesaplayabiliyor ve askeri manevra problemlerini çözebiliyordu. 1953 yılında, Amerikan güdümlü mermi programına paha biçmeye çalışan bilim adamları ve askeri liderler komisyonuna başkan atandı. Onun başkanlığında Kıtalararası Balistik Güdümlü Mermi (ICBM) projesi üzerinde çalışmaya başladı.
1954 yılında Von Neumann en büyük düzeyde olan Atom Enerjisi Komisyonu'na atandı ve burada hücre otomata teorisi üzerine kanserden öldüğü 1957 yılına değin çalışmalarına devam ederek miras olarak geriye bugün hayatımızın ihtiyaçlarını karşılayan teorileri ve kavramları bıraktı.
Von Neumann'ın olağanüstü başarıları yeniden gözden geçirilirse, bunların in-san aklının ürünü olduğuna inanmak imkansız gibi görünür. Fizikçi Hans Bethe'nin sözleri Von Neumann'ın dehasını belki de en iyi biçimde açıklar. Şöyle yazmıştır: "O farklı bilgileri, insanları bir araya getirip şaşırtıcı ürünler üretebilen korku verici bir kabiliyete sahipti. Zaman zaman Von Neumann gibi bir beynin insan oğlunun beyninden üstün bir tür olup olmadığını merak etmekteyim."










Michael Faraday
Michael Faraday (1791 - 1867)



Fraday'ın babası Ingiltere'nin kuzeyinden 1791 başında Newington köyüne iş aramak amacıyla gelmiş bir demirci idi. Annesi Faraday'ın zorluklarla dolu çocukluk döneminde ona duygusal yönden büyük destek olmuş, sakin ve akıllı bir köylü kadındı.Babaları çoğu zaman hasta olan ve iş bulmakta zorluk çeken Faraday ve üç kardeşinin çocukluğu yarı aç yarı tok geçti.



Aile Sandemancılar adlı küçük bir hıristiyan tarikatının üyesiydi. Faraday yaşamı boyunca bu inançtan güç almış, doğayı algılama ve yorumlamada bu inancın etkisi altında kalmıştır. Faraday çok yetersiz bir eğitim gördü. Bütün eğitimi kilisenin pazar okulu'nda öğrendiği okuma yazma ve biraz hesaptan ibaretti.
Küçük yaşta gazete dağıtıcısı olarak çalışmaya başladı. 14 yaşında çiftci çıragı oldu. Ciltlenmek üzere getirilen kitapları okuyarak bilgisini genişletmeye başladı. Encyclopedia Brtanica'nın üçüncü baskısındaki elektrik maddesinden özellikle etkilendi. Eski şişeler ve hurda parçalardan yaptığı basit bir elektrostatik üreteçten yararlanarak deneyler yapmaya başladı. Gene kendi yaptığı zayıf bir Volta pilini kullanarak elektrokimya deneyleri gerçekleştrdi.


Londra'daki Kraliyet Enstütüsü'nde Sir Humphrey Davy tarafından verilen kimya konferansları için bir bilet elde etmesi Faraday'ın yaşamında dönüm noktası oldu. Konferanslarda tutduğu notları ciltleyerek iş isteyen bir mektupla birlikte Davy'ye gönderdi. Bir süre sonra laboratuvara yardımcı olarak giren Faraday, kimyayı çağının en büyük deneysel kimyacılarından biri olan Davy'nin yanında öğrenmek fırsatını elde etmiş oldu.



1820'de Faraday, Davy'nin yanından yardımcılık görevinden ayrıldı. Hans Christian Orsted, 1820'de bir telden geçen elektrik akımının tel çevresinde bir magnetik alan oluşturduğunu bulmuştu. Fransız fizikci Andre Marie Ampere tel çevresinde oluşan magnetik kuvvetin dairesel olduğunu gerçektede tel çevresinde bir magnetik silindir oluştuğunu gösterdi. Ve bu buluşun önemini ilk kavrayan Faraday oldu. Soyutlanmış bir magnetik kutup elde edilebilir ve akım taşıyan bir telin yakınına konursa telin çevresinde sürekli olarak bir dönme hareketi yapması gerekecekti.

Faraday üstün yeteneği ve deneysel çalışmadaki ustalığıyla bu görüşü doğrulayan bir aygıt yapmayı başardı. Elektrik enerjisini mekanik enerjiye dönüştüren bu aygıt ilk elektrik motoru idi. Faraday bu deneyleri gerçekleştrip sonuçlarını bilim dünyasına sunarken elektriğin farklı biçimlerde ortaya çıkan türlerinin niteliği konusunda kuşkular belirdi.

Elektrikli yılan balığının ve öteki elektrikli balıkların saldığı, bir elektrostatik üretecin verdiği bir pilden yada elektromagnetik üreteçten elde edilen elektrik akışkanları birbirinin aynı mıydı? Yoksa bunlar farklı yasalara uyan farklı akışkanlar mıydı? Faraday araştırmalarını derinleştirince iki önemli buluş gerçekleştirdi. Elektriksel kuvvet kimyasal molekülleri, o güne değin sanıldığı gibi uzaktan etkileyerek ayrıştırmıyordu, moleküllerin ayrışması iletken bir sıvı ortamdan akım geçmesiyle ortaya çıkıyordu. Bu akım bir pilin kutuplarından gelsede, yada örneğin havaya boşalıyor olsada böyleydi.



ikinci olarak ayrışan madde miktarı çözeltiden geçen elektrik miktarına dorudan bağımlıydı. Bu bulgular Faraday 'ı yeni bir elektrokimya kuramı oluşturmaya yöneltti. Buna göre elektriksel kuvvet, molekülleri bir gerilme durumuna sokuyordu. 1839'da elektriğe ilişkin yeni ve genel bir kuram geliştirdi.


Elektrik madde içinde gerilmeler olmasına yol açar. Bu gerilmeler hızla ortadan kalkabiliyorsa gerilmenin ard arda ve periyodik bir biçimde hızla oluşması bir dalga hareketi gibi madde içinde ilerler.
Böyle maddelere iletken adı verilir. Yalıtkanlar ise parçacıklarını yerlerinden koparmak için çok yüksek değerde gerilmeler gerektiren maddelerdir. Sekiz yıl boyunca aralıksız süren deneysel ve kuramsal çalışmaların sonunda 1839'da sağlığı bozulan Faraday bunu izleyen altı yıl boyunca yaratıcı bir etkinlik gösteremedi.
Araştırmalarına ancak 1845'te yeniden başlayabildi. 1855'ten sonra Faraday'ın zihinsel gücü azalmaya başladı.Ara sıra deneysel çalışmalar yaptığı oluyordu. Kraliçe Victoria bilime büyük katkılarını göz önüne alarak Faraday'a Hampton Court'ta bir ev bağışladı.











Galileo Galilei

Adı 17. yüzyıl bilimsel devrimi ile birlikte anılan en önemli bilim adamlarından birisi olan Galileo (1564-1642), fizik, matematik ve astronomi gibi konularda çığır açan çalışmalar yapmış ve ilgisi daha çok hareket üzerinde yoğunlaşmıştı. Bu alandaki çalışmalarının sonucunda klasik mekaniğin temellerini kurmuş, Güneş merkezli astronomi sisteminin fiziğini geliştirmiştir. Aristoteles'e göre, her hareket onu hareket ettiren bir kuvvet sonucu meydana gelirdi; cisim bu kuvvet kendisini hareket ettirdiği sürece hareket ederdi.
Galilei, günlük gözlemlere uyan bu Aristotelesçi yaklaşımı eylemsizlik prensibi ile yıkmıştır. Eylemsizlik prensibine göre, kendi haline bırakılan cisim, herhangi bir kuvvet etkisinde kalmadığı sürece, durumunu korur, yani hareket halinde ise hareketine, sükunet halinde ise sükunetine devam eder. Galilei'nin üstü kapalı olarak ifade ettiği, Newton'un ise formüle ettiği bu prensip ile yeni bir hareket kavramı ileri sürülmüş oldu. Buna göre, hareket cisimde bir değişiklik yapmaz; hareket bir durumdur, bir noktadan başka bir noktaya geometrik bir geçiştir; durma da harekete karşıt başka bir durumdur. Durma için kuvvet uygulanması gerekmiyorsa, hareket için de kuvvet uygulanması gerekmez; hareketin hızının değişmesi için ise kuvvet gerekir.


Eylemsizlik, içinde bulunduğumuz Dünya'da gözlemlenemez; ancak ideal koşullar altında böyle bir durum meydana getirilebilir. Zaten Galilei'nin deneyleri de düşünce deneyleri idi. Galilei için gerçek dünya, matematik bağıntıların dünyası, Platon'un deyimi ile idealar dünyası idi. İçinde yaşadığımız dünyayı anlamak için, idealar dünyasından bakmak gerekliydi. Mükemmel yuvarlaklıktaki toplar, sürtünmesiz düzlemler üzerindeki hareketlerini, yalnızca idealar dünyasında sonsuza dek sürdürürlerdi. Doğa, geometrik harflerle (eğrilerle, dairelerle, üçgenlerle) yazılmış bir kitap gibiydi; doğayı anlamak için bu dili bilmek gerekiyordu.
Hareket, cisimde bir değişiklik meydana getirmediğine göre, cisim aynı anda birden fazla harekete sahip olabilir. Bu hareketler birbirini engellemez ve birleşerek tek bir yörünge izler. Buradan, fırlatılan bir merminin, düzgün doğrusal hareket ile serbest düşme hareketinin bileşkesi olan parabol biçiminde bir yörünge izlediğini göstermiştir.
Galileo'nun hareket konusunda çözüm getirdiği bir diğer konu da serbest düşme hareketi ile ilgilidir. Düşen bütün cisimlerin aynı ivmeye sahip olduğunu göstererek, serbest düşmenin sabit ivmeli bir hareket olduğunu saptamış ve serbest düşmede alınan yolun zamanın karesiyle orantılı olduğunu (S=1/2 gt2) göstermiştir.
Sonuç olarak, Galilei'nin mekanik konusunu matematikselleştir-meyi başardığı söylenebilir. Düzgün ve sabit ivmeli hareketleri tanımlamış ve matematiksel formüllerini vermiştir. Modern hareket kavramını Galilei'ye borçluyuz.
Galilei teleskopu astronomik amaçla kullanan ilk bilim adamıdır. 1609 yılında yaptığı bir teleskopla önemli gözlemler yapmış ve bu gözlemleri Yıldız Habercisi (Siderius Nuntius) adlı kitabında vermiştir. Onun astronomide yaptığı gözlemler, Güneş merkezli sistemi desteklediği, Aristoteles fiziğinin geçerli olmadığını kanıtladığı için oldukça önemlidir. En önemli gözlemleri Ay ve Güneş gözlemleridir. Ay'da kraterlerin, dağların ve vadilerin olduğunu görmüş ve bunun Ay ile Yer'in aynı maddelerden yapıldığının kanıtı olduğunu söylemiştir.

Güneş'i gözlemlemiş ve Güneş üzerinde bulunan gölgelerin Güneş'in üzerinde yer alan lekeler olduğunu kanıtlamıştır. O zamanlarda, Güneş üzerinde görünen lekelere ilişkin iki açıklama bulunmaktaydı. Bunlardan birincisine göre, bu leke, Merkür'ün Güneş'in önünden geçerken oluşan gölgesiydi. Ancak Galilei bunun olanaksız olduğunu söyler. Çünkü Merkür'ün Güneş'in önünden geçişi yaklaşık yedi saat sürmektedir, ancak bu lekeler yedi saatten çok daha fazla Güneş'in üzerinde yer almaktaydılar. İkinci açıklamaya göre, bu lekeler, Güneş ve Yer arasında bulunan küçük gökcisimlerine aittir. Oysa, bu lekelerin Güneş üzerinde hep aynı yerde bulunduklarını tespit etmiştir. Eğer bu lekeler, küçük cisimlerin gölgeleri olsalardı, gözlem yerine bağlı olarak, Güneş üzerinde farklı konumlarda olmalıydılar.

Galilei, Orion kümesini gözlemlemiş ve daha önce bulut olduğu varsayılan bu kümenin gerçekte yıldızlardan oluştuğunu bulmuştur. Yine Samanyolu'nun yıldızlardan oluştuğunu tespit etmiştir. Jüpiter'i gözlemlemiş ve Jüpiter'in çevresinde dolanan dört yıldız belirlemiştir. Bunların Jüpiter'in etrafında dönen uydular olduklarını bulmuş ve Jüpiter'le birlikte uydularını, "adeta minyatür bir Güneş sistemi" olarak tasvir etmiştir.
Satürn'ün halkasını gözlemlemiş ancak teleskopu güçlü olmadığı için gezegenin halkasını iki yapışık parça olarak görmüş ve bunları uydu zannetmiştir. Gezegenin periyodik özelliğinden dolayı halka bir müddet sonra kaybolmuş ve bu parçaları göremeyen Galilei bu olaya çok şaşırmıştır. Onun bu şaşkınlığı sonrasında yazdığı cümleler ilginçtir: "Galiba Satürn onları yedi." Galilei ayrıca Venüs'ü gözlemlemiş ve Venüs'ün safhaları olduğunu tespit etmiştir. Bu gözlem, Copernicus'un ne kadar haklı olduğunun bir göstergesiydi. Batlamyus sisteminde Venüs, sürekli belli bir uzaklıkta olmalıydı ve sadece hilâl şeklinde görülmeliydi. Oysa gözlemler, Venüs'ün bazen çok yakın bazen de çok uzakta olduğunu göstermekteydi.
Ayrıca Venüs, sadece hilâl olarak değil, değişik hallerde de görünmekteydi. Bu ise ancak Copernicus sistemi ile açıklanabilirdi. Bu da Güneş merkezli sistemi doğruluyordu.






Marie Curie

Marie Curie
(7 Kasım 1867 – 4 Temmuz 1934)



Radyoaktivite üzerine çalışmaları ve polonyum ile radyum elementlerini bulması ile ünlüdür.
Babası fizik öğretmeni ve annesi bir kız okulunun yöneticisi olan Marie, babasından görüp öğrendikleriyle bilime büyük ilgi duyuyor; fakat aile bütçesine yardım etmek için çocuk bakıcılığı yapıyordu.
Polonya’da kızların bilim eğitimi görmeleri olanaksızdı. Bu yüzden Marie, bakıcılıktan kazandığı paranın bir kısmını eve veriyor, bir kısmını da Paris’te yapmayı planladığı ileri eğitimi için biriktiriyordu. Yol parası ve geçinebileceği kadar para biriktirince, kız ve erkek kardeşlerinin bulunduğu Paris’e giden Marie, Paris’de yaşamını büyük bir yoksulluk içinde sürdürüyor, ara sıra derslerde açlıktan bayıldığı da oluyordu. Sonunda, soğuktan donmadan ve açlıktan ölmeden, fakülteyi birincilikle bitirmeyi başarıyordu.


Marie, kısa bir süre sonra birkaç önemli buluşun sahibi ve o zamanki Sınayi Fizik ve Kimya Okulu Laboratuvar başkanı Pierre Curie ile tanışıp, ikisinin de sevmedikleri papazların karşısında değil belediyede evleniyorlardı. Curie’ler, nikah, düğün, eğlence, gelinlik ve süs eşyası için varlıklarını tüketmiyorlar, balayılarında ve sonradan fakülteye gidip gelmek için ihtiyaçları olan iki bisiklete yatırım yapıyorlardı.

Marie, öğrenme tutkusunu yenemiyor ve ileri bir çalışma ile bilgisini genişletebileceği bir konu arıyordu. Kocasının önerisi üzerine, o günlerin ilginç buluşu “radyoaktivite” araştırmalarına yöneliyordu. Becquerel, floresans ve fosforesansın nedenlerini ararken, kimi maddelerin sürekli ışın saldıklarını bulmuş ve bunlara “Becquerel ışınları” veya “Uranik ışınlar” denmişti. Önce Röntgen’in x ışınlarını sonra Becquerel’in sürekli ışımayı bulması, Marie’yi çok ilgilendiriyordu.






Marie, yeni gözlenen olguya sürekli ışıma anlamında radyoaktivite adını veriyor, Uranyum’un ışıma özelliğini inceliyor, Rutherford ve alfa, beta, gama diye üç tür ışın saptayan Becquerel ile aynı bulguları elde ediyordu. Kocasının buluşu olan “basınç elektriği” anlamındaki “piezo elektriği” ışımayı ölçmek için kullanıyordu.







Işımanın havayı iyonlaştırdığı (artı ve eksi yüklü parçacıklar oluşturduğu) için elektrik akımını geçiriyordu. Işıma ne kadar yoğun ise, elektrik akımı da o kadar artıyordu. Bu akım, galvanometre ile ölçülebiliyor ve basınç altındaki bir kristalin oluşturduğu potansiyel ile etkisizleştirilebiliyordu. Akımı dengeleyebilen basınç miktarı, ışımanın yoğunluğunun ölçüsüydü. Çeşitli uranyum bileşiğini bu biçimde incelemesi sonucunda elde ettiği bulgular, ışımaların içlerindeki uranyum ile orantılı olduğunu gösteriyordu. Böylece, ışınların kaynağı olan elementin atomlarına kadar ayırım yapabiliyordu.


Daha sonraları Torinyum’un da ışıma özelliği olduğunu Berzelius buluyordu. Marie, çeşitli uranyum bileşiklerini (Çalkolit, Otonit, Uranitit) incelerken, kimilerinin daha çok ışıma özelliği taşıdığını “piezo elektrik” yöntemi ile buluyor, ancak bu sonucu hesaplarıyla bağdaştıramıyordu.

Ya hesaplamalar yanlıştı ya da doğal maden cevherlerinde daha çok ışıyan başka bir madde vardı. Bakır ve uranyum fosfat kristalleri olan Çalkolit’i yapay olarak elde edip ışıma özelliğini ölçünce, hesaplara uygunluğunu görüyordu.

O halde, doğal cevherlerde başka bir element vardı. Yeni elementler olasılığı, eşi Pierre’i de heyecanlandırıyor, o da kendi araştırmalarını bırakıp adeta Marie’ye yardımcılık yapıyordu.
İkisi birlikte yürüttükleri uzun ve yorucu çalışmalardan sonra uranyumdan çok daha ışıyan bir element buluyor ve Marie’nin vatanını hatırlayarak “Polonyum” adını veriyorlardı. Fakat daha sonraları, bu kadar güçlü ışımanın polonyumdan gelmediğini anlıyor ve yoğun araştırmalara girişiyorlardı. Sonuçta Radyum’u elde ediyor, saldığı ışınlardan ve Demarçay’a yaptırdıkları tayf analizinden özelliklerini saptıyorlardı. Fakat Curie’ler, elle tutulup gözle görülebilecek miktarda radyum elde ederek, özelliklerini incelemek ve yeni bir element oluşu hakkındaki tartışmalara son vermek istiyorlardı. Bunun için büyük miktarda maden filizi gerekiyordu.
Curie’ler, istediklerini yüzyıllardan beri gümüş ve madenleri elde etmek için işletilen Bohemya yataklarında işe yaramaz curuf kabul edilen uranyum yüklü yığınlarda buluyorlardı. Madenciler, taşıma giderlerini ödemeleri koşuluyla bu “pislik yığınlarını” parasız vermeyi kabul ediyor, hatta “bu çılgın bilginlerin”, işletmeyi temizlik giderlerinden kurtarmalarına seviniyorlardı. Curie’ler, ellerinde ne varsa taşıma gideri olarak ödüyor ve “artıkları” alıyorlardı. Fizik okulunda döşemesiz ve tavanı akan eski bir tahta kulübeyi kullanmalarına izin veriliyor ve ısıtılması olanaksız olan bu viran yerde dört yıl boyunca radyum elde etmeye çalışıyorlardı.

Tonlarca artığı kilo kilo arıtmaya uğraşıyor ve ışıması çok yüksek olan artık yığını miligram miligram artıyor; fakat bu arada Marie’nin ağırlığı8-10 kilogram azalıyordu. Üstelik yeni doğan bebek İrene de sürekli bakım istiyor ve geleceğin ünlü bir araştırmacısı olacak kızlarını ihmal edemiyorlardı. Fakat Marie’nin radyumu gözle görülebilecek miktarda elde etme kararı, hiçbir engel tanımıyordu.

Curie’ler, 1902 yılında, birkaç bin kristalleştirme işleminden sonra, ancak 100 miligram radyum biriktiriyor ve sekiz ton artıktan bir gram radyuma ulaşmış oluyorlardı. Bundan sonra radyumun özelliklerini inceliyor ve Niton adını verdikleri bir gaz yaydığını ve bunun içinde helyum bulunduğunu saptıyorlardı.

Helyum bilinen bir elementti. Demek yüzyıllardır kimyacıların düşündükleri “bir maddenin diğerine dönüştürülmesi” hayal değildi. Fakat bunu yapan “eliksir” değil, atom çekirdeğindeki enerjiydi. Böylece “filozof taşı” da elde edilmiş oluyordu.


Curie’lerin Polonyum ve Radyum’u bulma yöntemleri, kimyaya yenilik getiriyordu. O güne kadar her elementin tayfta belli bir çizgisi vardı; yani elementler tayf çizgisi ile tanımlanıyorlardı. Curie’lerinki, elementleri ışımalarıyla tanıma yöntemiydi. Aslında Marie’yi yeni elementler aramaya itende başlangıçta bir varsayım olan bu kural idi.
Yoksulluklarına ve sağlıklarının bulunduğu tehlike ortamına rağmen Curie’ler, radyum elde etme yöntemlerini kendi adlarına yasallaştırmıyor, yalnız bilim uğruna çalıştıklarını söylüyorlardı. Marie 1903 yılında doktorasını alıyor ve aynı yıl, eşi Pierre Curie ve Becquerel ile Nobel Fizik Ödülü’nü paylaşıyordu. Fakat Curie’ler, ödül töreni için yolculuk yapamayacak kadar hastalanıyorlardı. Marie, yazılarında radyumun saldığı büyük enerjiden söz ediyor; fakat bu enerjinin kaynağı, Einstein’ın açıklamalarına kadar gizemini koruyordu.
Sanki o güne kadar çektikleri yetmezmiş gibi, eşi Pierre bir atlı araba tarafından ezilerek ölüyor ve yerine Marie atanıyordu. O zamanlar çok tutucu olan bilim çevreleri, Marie’yi ister istemez kabul ediyor; fakat kadın olduğu için akademi üyeliği seçimini bir oy ile kaybediyordu. Marie iki yeni element bulduğu için 1911 yılı Nobel Kimya Ödülü ile onurlandırılıyor, böylece iki kez Nobel Ödülü alan ilk kişi oluyordu. Marie’nin genel tutumu sanki çevresine ışın saçar gibiydi. Daha sonraları kızı ve damadı Joiot -Curie’ler ile çok yakın dostu Perrin de Nobel Ödülü alıyorlardı. Çok insancıl olan yakınları için her fedakarlığı yapan Marie, Birinci Dünya Savaşı'nda da ününü bir yana bırakıp hasta arabası kullanarak, insanlığa hizmetini sürdürüyordu.
Röntgen’in x ışınlarını bulmasıyla kamçılanan Marie’nin yoksul, fakat heyecanlı günlerle dolu bilim yaşamı, radyumu buluşuyla noktalanıyor; fakat açtığı yoldan ilerleyen Dorn ve Boltwood, başka ışıyan elementler elde ediyorlardı. Radyumun uygun koşullarda kanseri önlediği anlaşılıyor; fakat ne hazindir ki; Marie kan kanserinden yaşamını yitiriyordu.




Bölüm II
Marie Curie Üzerinde Oynanan Oyunlar…
Marie, 4 Kasım 1911'de Fransa'nın o dönemlerde en çok satan gazetesi Le Journal'in manşetindeydi: "Bir aşk hikâyesi: Madam Curie ve Profesör Langevin". Bu başlığın hemen altında, Fransa'nın en seçkin fizikçilerinden Paul Langevin ile Marie Curie arasında tutkulu bir ilişkinin yaşandığından bahsediliyordu. Yazıda, Marie'nin utanmaz bir yuva yıkıcı olduğu ve Langevin'in karısı ile çocuğunu çaresiz bıraktığı anlatılıyordu.Gerçekte ise, Marie ile Langevin uzun zamandan beri çok yakın iki dosttu. Özellikle de Pierre'in ölümünden sonra Langevin ona çok destek olmuştu. Bu yakınlığı kıskanan karısı ve kayınvalidesi de, böyle bir yalanı ortaya atmışlardı. Ama, asıl dram bundan birkaç gün sonra yaşanacaktı. Marie'nin 1911'de Nobel Kimya Ödülü'nü aldığı açıklandı, ancak Komite üyelerinden gelen mektupta törenden uzak durması iste-niyordu. Doğaldır ki, Marie bu mektubu dikkate almadı ve yılmadı. Sonunda bu dedi-kodular iki dostu birbirinden ayırmaya yetti. Marie laboratuvarına geri döndü, Langevin de karısına. Ancak işin ilginç yanı, Langevin çok kısa bir süre sonra metre-siyle birlikte yaşamaya başladı.

Bunun anlamı çok açıktı; bu siyah renkli tehlikeli cevherde yepyeni ve bilinmeyen bir radyoaktivite kaynağı gizliydi. Kocasıyla birlikte yeni kaynaklara yöneldiler ve olağanüstü yorucu ve son derece tehlikeli araştırmalarına giriştiler. Toplayabildikleri kadar çok katranlı zift cevherini aylarca ayrıştırmakla uğraştılar. Haziran 1898'de, uranyumdan 400 kat daha radyoaktif bir kimyasal elementi bularak ilk başarılarına ulaştılar. Bu elemente Marie'nin anayurdundan esinlenerek "polonyum" adını verdiler.Polonyum, uranyumdan çok daha radyoaktifti; ancak, cevherdeki olağanüstü değerle-re ulaşan radyoaktiflikten tek başına sorumlu değildi. Curie'ler, araştırmalarını sürdürdüler ve Kasım 1898'de, polonyumdan da güçlü bir başka radyoaktif element keşfettiler.

Bu element ölçüm yapmak için çok küçüktü, ama, katranlı zift cevherinin gizemini çözebilirdi. Curie'ler, bu elemente de Latince'de "ışın" anlamına gelen "radyum" adını uygun gördüler. Şimdi sıra, bu elementin özelliklerinin kimyasal çözümlemesine gelmişti. Bunu gerçekleştirmenin tek yolu da, büyük bir katranlı zift cevheri bulmak ve bunu madeni radyum parçacıklarına indirgemekti. O zamana kadar işbirliği içinde çalışan Curie çifti, araştırma yollarını ayırmaya karar verdi. Pierre, radyoaktivite sürecinin ayrıntılarına odaklandı. Marie ise, çok daha tehlikeli olan radyumun ayrıştırılmasına yöneldi.
Rothschild ailesinin yardımıyla, Bohemya'daki uranyum madeninden 10 ton cevher atığına sahip oldu. Atığı çok zor koşullarda billurlaştırdı. Bu çalışma için, hiç durmadan çalıştı ve tam dört yılını harcadı. Çetin uğraşları sonucunda, bir gramın onda biri ağırlığında radyum klorit elde etti. Bu, yaydığı akkor ışıkla herkesi büyüleyen ilginç bir maddeydi. Ama Marie, bu ürkütücü ışığın karanlık yüzünü yıllar sonra görecekti.1902 yılında, Curie'lerin, araştırmaları ve ulaştıkları sonuçlar nedeniyle, Nobel Ödülü'nü Henri Becquerel'le birlikte almaları gerektiği tartışmaları başladı. Ancak, Fransız Bilim Akademisi'nden bir grup bilim adamı, yazdıkları tavsiye mektuplarında bilerek ve açıkça Marie Curie'nin adını atladılar. Neyse ki, Nobel Komitesi adayları inceledikten sonra hiç tereddüt etmeden 1903 Fizik Ödülü'nü bu üç bilim insanına verdi. Ödül, kuşkusuz Marie için çok özeldi.

Bundan sonraki yıllar içinde eşiyle birlikte çalışma fırsatı bulamadı. 19 Nisan 1906'da da, o trajik kaza gerçekleşti. Pierre Curie atlı bir arabanın altında kalmıştı.Marie, acısını kendini işine vererek dindirmeye çalıştı. Sorbonne'da eşinin kürsüsüne profesör olarak atandığında, bu okulda ders veren ilk kadın unvanını kazandı. Polonyum ve radyum üzerine yaptığı çalışmalarla da 1911'de Nobel Kimya Ödülü'nü alarak yine bir ilke imza attı.
Bu ikinci zafer, kamuoyunda çalkalanan söylentilerle lekelenmeye çalışıldı. Adı, bir başka saygın fizikçi Paul Langevin'le aşk dedikodusuna karıştırılmıştı. Bunun da üstesinden gelmeyi başardı. Artık tek amacı, araştırmasının diğer bilim dallarına da yardımcı olmasını sağlamaktı.
İlk olarak radyumun tıbbi uygulamalarda kullanılmasına öncülük etti. Kansere karşı çok etkili sonuçlar veren "radyoterapi", uzun yıllar boyunca milyonlarca insanın hayatını kurtardı. Bu başarılı gelişme birtakım spekülasyonları da beraberinde getirmişti. Avusturya'da kaplıcalarıyla ünlü kasabalar, katranlı zift cevheri bulunan bölgelerde kampanyalar başlatarak, sularının sağlık kaynağı olduğunu ileri sürdüler. Yine bir Fransız kozmetik firması daha da ileri giderek, toryum ve radyum içeren "Tho-Radia" adlı yüz kremini piyasaya sürdü.
Bu kampanyaların ve iddiaların tümü, radyumun öldürücü etkisi ortaya çıkınca birdenbire durduruldu. 1930'lu yıllarda doktorlar, saat fabrikalarında çalışan işçilerin büyük bir bölümünde kanser vakalarına rastladılar. ABD’deki küçük bir fabrikada, işçiler saat kadranına son şeklini vermek için radyum içeren boyalar kullanıyorlar ve bu işlemi, fırçanın ucunu dilleriyle yalayarak gerçekleştiriyorlardı. Sonuçta, işçilerin çoğu kemik kanserine yakalandı.
Aynı dönemlerde, Marie Curie de radyum tehlikesini fazlasıyla yaşamaya başladı. Gece gündüz demeden birlikte yaşadığı element kendisine ihanet etmiş, Mayıs 1934'te çok ciddi şekilde rahatsızlanmıştı. Testler, şiddetli bir kansızlığı, yani anemiyi işaret ediyordu. Fransız Alpleri'ndeki sanatoryuma gönderildiyse de artık çok geçti. Uzun yıllar üzerinde çalıştığı radyum nedeniyle kan kanserine yakalanmıştı ve çok geçmeden 4 Haziran 1934'te gözlerini hayata yumdu. Yıllar süren mücadelesinin izleri ellerine de yansımıştı, parmakları nasırlarla ve radyasyon yanıklarıyla doluydu. Savaşımla geçen bilimsel kariyerinde, binlerce kişinin hayatını kurtaran Curie, yine kendi adını verdiği maddenin kurbanı olmuştu.










Thomas Alva Edison

Yedi yaşındayken ailesiyle birlikte Michigan'daki Port Huron'a yerleşen Edison, ilköğrenimine burada başladıysada yaklaşık üç ay sonra algılamasının yavaşlığı nedeniyle okuldan uzaklaştırıldı. Bundan sonraki üç yıl boyunca özel bir öğretmen tarafından eğitildi.

Son derece meraklı ve yaratıcı kişiliğe sahip bir çocuk olan Edison, 10 yaşına geldiğinde kendisini fizik ve kimya kitaplarına verdi. Bu arada evlerinin kilerinde bir kimya laboratuvarı kurdu. Özellikle kimya deneylerine ve Volta kaplarından elektrik akımı elde etmeye yönelik araştırmalara ilgi duydu; bir süre sonra kendi başına bir telgraf aleti yaptı ve Mors alfabesini öğrendi. O günlerde geçirdiği ağır bir hastalık sonucu kulakları ağır işitmeye başladı.
Oniki yaşına geldiğinde ailesine yardım etmek için Port Huron ile Detroit arasında çalışan trende gazete satmaya başlayan Edison, evlerindeki Laboratuvarını trenin yük vagonuna taşıyarak, çalışmalarını burada sürdürdü.Bu dönemde Edison, Michael Faraday'ın Experimental Research in Electricity adlı yapıtını okudu ve derinden etkilendi. Bunun üzerine bir yandan Faraday'ın deneylerini tekrarladı bir yandanda kendi deneylerine ağırlık vererek daha düzenli çalışmaya ve notlar tutmaya başladı. 1868'de kendine atölye kurdu. Aynı yıl geliştirdiği elektrikli bir oy kayıt makinasının patentini aldı. Aygıt oldukça ilgi topladı ama kimse tarafından satın alınmadı. tüm parasını yitiren Edison Borç içinde Boston'dan ayrılarak New York'a yerleşti.
Edison'un şansı altın borsasının düzenlenmesinde kullanılan telgrafın bozulması üzerine döndü. Borsa yetkililerinin istemi üzerine aygıtı ustaca tamir eden Edison, Western Union Telegraph company'den geliştirilmekte olan telgraflı kayıt aygıtları üzerinde yetkinleştirme çalışması yapma önerisi aldı. Bunun üzerine bir arkadaşı ile birlikte Edison Universal Stock Printer mühendislik şirketini kurdu. Ve sattığı patentlerle kısa sürede önemlice bir servet edindi.

Bu parayla New Jersey'deki Newark'ta bir imalathane kurarak telgraf ve telem aygıtları üretmeye başladı. Bir süre sonra imalathanesini kapatarak New Jersey'deki Menlo Park'ta bir araştırma laboratuvarı kurdu ve tüm zamanını yeni buluşlar yapmaya yönelik çalışmalara ayırdı.
1876'da Graham Bell'in geliştirdiği konuşan telgraf üzerinde çalışmaya başladı. Aygıta karbondan bir iletici ekleyerek telefonu yetkinleştirdi. Ses dalgalarının dinamiği üzerine yaptığı bu çalışmalardan yararlanarak 1877'de sesi kaydedip yineleyebilen gramafonu geliştirdi. Geniş yankı uyandıran bu buluşu ününün uluslar arası düzeyde yayılmasına neden oldu. 1878'de William Wallace'in yaptığı 500 mum güçündeki ark lambasından etkilenen Edison, bundan daha güvenli olan ve daha ucuz bir yöntemle çalışan yeni bir elektrik lambasını geliştirme çalışmasına girişti. Bu amaçla açtığı bir kampanyanın yardımıyla önde gelen işadamlarının parasal desteğini sağladı ve Edison Electric Light Company'yi kurdu. Oksijenle yanan elektrik arkı yerine havası boşaltılmış bir ortamda(vakum) ışık yayan ve düşük akımla çalışan bir ampul yapmayı tasarlıyordu.


Bu amaçla 13 ay boyunca flaman olarak kullanabileceği bir metal tel yapmaya uğraştı. Sonunda 21 Ekim 1879'da özel yüksek voltajlı elektrik üreteçlerinden elde ettiği akımla çalışan karbon flamanlı elektrik ampulünü halka tanıttı. Üç yıl sonra New York sokakları bu lambalarla aydınlanacaktı. 1887'de Menlo Park'tan New Jersey'deki West Orange'a taşınan Edison burada önceki laboratuvarlarının on katı büyüklüğünde Edison Laboratuvarını açtı. 1890'lara doğru uzun erimli iletime daha uygun olan alternatif akım geliştirildi.


Doğru akımın üstünlüğüne inanan Edison, bir kampanya başlatarak kamuoyunu, yüksek gerilimli alternatif akım sistemlerinin son derece tehlikeli olduğu yolunda uyarmaya çalıştı. 1892'de ise Edison General Electric Company'nin denetimini yitirdi. Ve şirketi General Electric Company ile birleşti.

Iki kez evlenen Edison'un altı çocuğu oldu. Yaşamının sonuna değin yeni buluşlar yapmak için uğraş verdi.








Ernest Rutherford

Babası araba tamiri ile uğraşan ve çiftçilik yapan Rutherford, ailenin on iki çocuğunun ikincisiydi. Çiftliklerinde çalışır, hemen her konuda babasına yardım ederdi; fakat okulda da başarılıydı. Hatta, Yeni Zelanda Üniversitesi’nin verdiği burslardan birini kazanıp, yüksek öğrenimini sınıf dördüncüsü olarak tamamladı. Rutherford, üniversitedeyken fiziğe duyduğu büyük ilgiyi bir de manyetik radyo dalgaları yakalayıcısı geliştirerek gösteriyordu. Buluşların günlük yaşama uygulanmalarıyla ilgilenmezdi.

Cambridge Üniversitesi’nden burs kazandığı 1895 yılı, onun için bir dönüm noktası oldu. Verilen bursu birincilikle kazanan sınıf arkadaşı, ülkesinden ayrılmak istemediği için, ikinci sıradaki Rutherford, bu mutlu rastlantı ile bilim dünyasına kazanılıyordu. Aslında o yıl, Cambridge Üniversitesi’nin diğer üniversitelerin başarılı öğrencilerine ilk kez burs vermesi, Rutherford’un talih kapısını aralıyordu. Bursa haberi Rutherford’a ulaştığı zaman, tarlada patates söktüğü, bel küreğini bir kenara fırlatarak ‘artık bunları kim sökerse söksün’ dediği, hatta evlilik düşüncesinden de vazgeçip İngiltere’ye gittiği söylenir.

Rutherford, Cambridge’de, J.J. Thomson’ın gözetiminde çalışıyordu. Hocası sesini ayarlayamayan, kaba tavırlı, fakat elleri son derece becerikli son derecece becerikli bu taşralı genci kısa sürede benimsiyordu. Bu, deneylerinde dağınık ve onu bunu deviren, döken Thomson için önemli bir yardım sayılırdı. Rutherford kısa bir süre, Kanada McGill Üniversitesi’nde kalıyor, evlenmek için Yeni Zelanda’ya gidiyor ve çalışmalarını sürdürmek için yeniden İngiltere’ye dönüyordu.


Becquerel’in yakın izleyicisi Rutherford, yeni ve ilginç bir konu olan radyoaktivite alanında çalışmaya başlıyor, Curie’lerle ışıyan maddelerin yaydıkları ışınların birkaç çeşit olduğuna inanıyordu. Artı yüklü olanlara ‘Alfa’ ve eksi yüklü olanlara ‘Beta’ ışınları diyordu. Bu adlar ogün de kullanılıyordu, ancak ikisi birden ‘Hızlandırılmış Parçacıklar’ olarak ifade ediliyorlardı. 1900 yılında kimi ışımaların manyetik alandan etkilenmediği bulununca, Rutherford, bunların elektromanyetik dalgalardan oluştuklarını gösteriyor ve ‘Gama Işınları’ adını veriyordu.
Rutherford önce Soddy ile birlikte, sonra yalnız başına Crookes’un, uranyumun ışıma sonucu başka bir maddeye dönüştüğünü gösteren öncü araştırmalarını sürdürüyordu. Uranyum ve Toryum üzerinde kimyasal işlemler yaparak ve ışımanın ne olacağı merakı ile Rutherford ve Soddy bu elementlerin, ışıma sonucu bir takım ara maddelere dönüştüklerini gösteriyorlardı. Hemen hemen aynı günlerde, Amerika’da Boltwood da bu gözlemleri doğruluyordu. Soddy bu çalışmaları daha da ilerleterek ‘İzotop’ kavramını ortaya atıyordu.


Farklı her ara element, belli bir sürede miktarının yarısını kaybedecek bir hızla parçalanıyordu. Rutherford bu süreye ‘Yarı Ömür’ diyordu. 1906 ile 1909 yılları arasındaki sürede Rutherford ve yardımcısı Geiger, alfa parçacıklarını derinliğine inceliyorlar, bu parçacıkların elektronlarını kaybetmiş Helyum atomu olduğunu, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde gösteriyorlardı. Alfa parçacıklarının Goldstein’in bulduğu artı yüklü ışınlara benzedikleri anlaşılıyor ve 1914 yılında Rutherford, en basit artı yüklü ışınların Hidrojen’den elde edilenler olması gerektiğini ileri sürerek, artı yüklü temel parçacık niteliklerinden dolayı ‘Proton’ adını kullanıyordu. Bundan sonraki yirmi yıl süresince her atomun eşit sayıda proton ve elektrondan oluştuğuna inanılıyor; fakat bugün kabul edilen yapısıyla hidrojen atomunun bir protonu olduğunu Heinsenberg gösteriyordu. Bugünkü bilgilere göre, proton artı; elektron eksi yüklüdür ve elektriksel olarak bir elektron, bir protonu dengeleyecek biçimde eşit yüklüdürler. Fakat protonun kütlesi, elektronun 1836 katıdır.



Alfa parçacıklarına duyduğu ilgi, Rutherford’u daha önemli şeylere yöneltiyordu. 1906 yılında daha Kanada’nın McGill Üniversitesi’ndeyken, ince madensel levhaların alfa parçacıklarını nasıl dağıttığını incelemişti 1908 yılında İngiltere’ye döndüğünde Manchester Üniversitesi’nde de bu deneyleri sürdürüyordu. Yarım mikron kalınlığındaki bir altın levhaya alfa parçacıkları gönderiyor ve parçacıklardan çoğunun hiç etkilenmeden ve yön değiştirmeden aradaki fotoğraf plakasına kayıtlandıklarını görüyordu. Fakat fotoğraf üzerinde, hem de büyük açılarla kimi dağılımlar oluyordu. Altın levha, 2000 atom kalınlığında olduğu ve alfa parçacıklarının çoğu dağılmadan arkadaki fotoğraf plakasına geçtiklerine göre, altın atomlarının büyük bir bölümü boşluktan oluşmalıydı. Kimi alfa parçacıkları, yönlerinden çok kesin biçimde;hatta 90 derece saptıklarına göre, atomun bir yerinde artı yüklü, alfa parçacıklarını saptırabilecek güçte (benzer yükler itişirler) büyük kütleli bir bölge bulunmalıydı. Rutherford bu deneye dayanarak, çekirdekli atom kuramını ilk 1911 yılında açıklıyor, atomun merkezinde, bütün protonları kapsayan ve hemen hemen kütlesinin tamamını oluşturan çok küçük bir çekirdek bulunduğunu ileri sürüyordu. Atomun dış bölgesinde, çok hafif ve görünürde alfa ışınlarının geçmesini engellemeyen eksi yüklü elektronlar yörüngedeydiler.


Bu atom fikri, 23 yüzyıl düşüncelere egemen olan Demokritus’un ‘maddenin en küçük parçası’ görüşünü yıkıyor ve gerçeklere daha çok uyan yeni bir model oluşturuyordu. Elementlerin ışıyarak ayrışması kuramı, alfa parçacıklarının yapıları üzeindeki çalışmaları, çekirdekli atom modeli Rutherford’a 1908 yılı Nobel Kimya ödülü kazandırıyordu. Başarıları bu kadarla kalmıyor, ilk kez Crookes tarafından düzenlenen ışıldama sayacını, yayılan ışınım (radyasyon) miktarını ölçmek için kullanılıyordu. Çinko sülfit bir ekran üzerindeki parıltıları sayarak (her atom parçasına karşılık bir parıltı) Rutherford ve Geiger, bir gram radyumun saniyede 37 milyar alfa parçacığı saldığını söyleyebiliyorlardı. Bu kadar büyük sayıda alfa parçacığı saçarak parçalanan maddelere, Curie’leri onurlandırmak için, o maddenin ‘Curie’si’ deniyordu. Bu arada Rutherford da unutulmuyor, saniyedeki bir milyon parçalanmaya ‘Rutherford’ adı veriliyordu.

Bu çeşit parıldamalar daha sonra saniyede kullanılıyor ve eser miktarda radyum içerikli çinko sülfit saatlere yerleştiriliyor, rakamların karanlıkta da görülüp okunması sağlanıyordu. Fakat bu saatlerin üretiminde çalışan işçilerin radyum hastalığına tutulmaları nedeniyle, uygulamaya bir süre sonra son veriliyordu.

Daha sonraları Rutherford, içine oksijen, hidrojen ve azot gazları doldurduğu bir silindirde ışıma miktarını ölçmeye girişiyor, azot gazında parıldamaların azaldığını; fakat hidrojen türünden olanların belirdiğini gözlüyordu. O halde alfa parçacıkları, azot atom çekirdeğinden protonlar çıkarıyordu. Çekirdekte kalan da oksijen atom çekirdeği olmalıydı. Böylece Rutherford, kendi ellerini kullanarak bir elementi diğerine dönüştüren ilk insan oluyordu. Başka bir deyişle, simyacıların rüyalarını gerçekleştiriyordu. Bu aynı zamanda, çekirdek tepkimesinin yapay ilk örneği oluyordu.

Fakat 300 bin alfa parçacığından ancak biri çekirdek ile tepkimeye girdiği için, bir maddenin diğerine dönüştürülmesinde kolayca uygulanabilir bir yöntem sayılmıyordu.

Rutherford, İkinci Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda amansız bir Nazi düşmanı oluyor, bir çok Yahudi bilim adamının Almanya’dan kaçırılması işlerine karışıyor; fakat zehirli gazlar üzerindeki çalışmaları nedeniyle Haber ‘e ilgi göstermiyordu. Rutherford atomun parçalanmasıyla elde edilen enerjinin denetim altına alınıp kullanılamayacağını söylüyor, Einstein kuramlarına inanmıyordu. Hahn’ın fizyon yöntemi ile enerjiyi nasıl denetim altına alabildiğini görüp tahminlerindeki yanılgıyı anlayamadan, yaşamını yitiriyor ve Newton ile Kelvin’in yanlarına gömülüyordu.










Johannes Kepler


Johannes Kepler
Babası yoksul bir paralı asker, annesi de bir hancının kızıydı. Başlangıçtan beri bozuk olan sağlığının üç yaşında yakalandığı ve gözleriyle ellerinin zayıf kalmasına neden olan, çicek hastalığından sonra daha da kötüleşmesi nedeniyle ailesi din adamı olarak yetiştirilmesine karar verdi.
Çok yoksul bir aileden gelmesine karşın üstün zekasıyla küçük yaşta dikkatleri çeken Kepler, Württemberg dükünün yardımıyla Tübingen Universite'sinde sürdürdüğü öğrenimini 1588 de bitirdi. 1591'de aynı üniversitede lisansüstü çalışmasını tamamladı.



Michael Mästlin'in Tübingen'deki astronomi derslerini izleyerek Copernik sistemini benimsemesi Keplerin sonraki yaşamı açısından önemli bir dönüm noktası oldu. Daha sonra başladığı ilahiyat öğreniminin son yılında iken Graz'da ki Lutherci lisede boşalan matematik öğretmenliğine atandı. Böylece ilahiyat öğrenimini bırakmış oldu. 1594'te gittiği Graz'da evrenin yapısına ilişkin araştırmalarına başladı. Platoncu felsefenin ve Pythagorasçı matematiğin etkisiyle evrende var olduğuna inandığı matematiksel uyumu ortaya koymaya çalıştı.
Bu amaçla eski yunalılardan beri bilinen ve Platon cisimleri olarak adlandırılan beş düzgün çokyüzlüden yararlanmayı düşündü. Uzay da yalnız bu beş düzgün çokyüzlünün var olabileceği eski yunanlılarca kanıtlanmıştı. Bu beş düzgün çokyüzlü şunlardı. Dörtyüzlü (yüzleri dört eşkenar üçgen olan piramid),küp,sekizyüzlü(sekiz eşkenar üçgen), onikiyüzlü(oniki düzgün beşgen) ve yirmi yüzlü(yirmiş eşkenar üçgen). Bu çok yüzlüler köşelerinden geçen birer küre içine yerleştirilebildikleri gibi bunların içine yüzlerine orta noktalarından teğet olacak biçimde birer küre yerleştirilebilir.


Copernik astronomisi her biri bir küre üzerinde dolanan altı gezegen tanıyordu. Kepler bu altı gezegenin üzerinde dolandığı kürelerin aralarında beş ploton cismi bulunacak biçimde iç içe yerleşmiş durumda olduklarını öne sürdü. Kepler 1600'de, o sıralarda imparatorluk matematikçiliğine atanan Tycho Brahe'nin yanına gitti ve onun asistanı oldu.
Ertesi yıl ölünce imparatorluk matematikçiliğine atandı. Kepler yıldızların insanların yaşamlarını yönlendirdiği yolundaki boş inancı redetmesine karşın, evren ile insan arasında belirli bir uyum olduğuna inanıyordu ve astrolojiye dayanan öngörüleriyle ün yapmıştı. Tycho Brahe'nin araştırma grubunda Kepler'e Mars'ın incelemesi görevi verilmişti. Ama o önce ışığın atmosferde kırılması olgusunu incelemek gerektiği kanısına vardı.
Dış uzaydaki gökcisimlerinden gelen ışık ışınlarının, Yeri çevreleyen yoğın atmosfere girdiklerinde nasıl kırıldığı konusundaki araştırmalarının sonuçlarını Ad vitellionem Paralipomena Quibus Astronomiae Pars Optica Traditur(astronomideki optik konuların incelenmesi konusunda Vitellio'ya ek) gibi alçakgönüllü bir başlık altında yayımladı.Brahe'nin gözlem sonuçlarını dairelerden oluşan ve düşünebildiği her türden yörünge biçimine uydurmaya çalışıp başarıya ulaşamayan Kepler, Kopernik'in görüşlerinden de esinlenerek, dairesel olmayan yörüngeleride ele aldı. Ve doğru sonuca ulaştı. Mars odaklarından birinde Güneş bulunan eliptik bir yörüngede dolanıyordu.


Gezegenler yörüngede dolanırken eşit zaman aralıklarında eşit yol almıyordu ama gezegeni güneşe birleştiren doğru parçası eşit zaman aralıklarında eşit alanlar tarıyordu Bu iki yasa bügün Kepler'in birinci ve ikinci yasası olarak bilinir.

Keplerin üçünçü yasası ise Gezgenlerin güneşe olan ortalama uzaklıklarının üçünçü kuvveti , yörüngedeki dolanma sürelerinin karesiyle orantılıdır. Bu üç yasa yarım yüzyıl sonra Isaac Newton'un evrensel kütle çekimi yasasını bulmasında belirleyici rol oynamıştır.










Nicolas Copernicus
Nicolas Copernicus (1473-1543)


Copernik modern astronominin kurucusu olarak bilinir. Polonya'da doğdu. Cracow üniversitesine gönderildi. Burada matemetik ve optik üzerine çalıştı. Italya' da amcasının zorlamasıyla akademik yaşamının geri kalan günlerini geçireceği Frauenburg katedraline rahip olarak atandı. Bu pozisyonundan dolayı gücünün doruğuna erişti. Fakat sürekli öğrenci olarak kaldı. Boş zamanlarında resim yaptı ve yunan şiirlerini latinceye çevirdi.

Onun astronomiye zaten var olan merakı giderek bir numaralı ilgi alanı oldu. O araştırmalarını kendi başına ve yardım almadan yaptı. Gökyüzünü kathedralin duvarları içindeki bir kuleden gözlemledi ve bu gözlemleri teleskop'un icadına yüzlerce yıl kala çıplak gözle gerçekleştirdi. 1530'da dünyanın kendi ekseni etrafında günde bir kere , güneşin etrafında yılda bir kere döndüğünü iddia ettiği büyük çalışması De Revolutionibus'u bitirdi.
Bu o zamanlar inanılmaz birşeydi. Copernik'e kadar, batı dünyası evrenin gerisinde hiçbirşey olmayan kapalı ve küresel bir yapıda olduğunu iddia ettiği Ptolemiac teorisine inanıyordu. O zamana kadar düşünürlerin hemfikir olduğu Claudius Ptolemy Alexandra'da yaşayan bir Mısırlı'ydı. Potelmy'e göre dünya; sabit, hareketsiz ve evrenin merkezine konumlandırılmış güneş dahil herşey onun etrafında dönmekte idi. Bu insan doğasına çekici gelen bir teoriydi. İnsanın günlük gözlemlerine ve egosuna uygun düşen birşeydi. Copernik teorisini yayımlamakta acele etmedi.
Nikolas Copernikusun çocukluk evi
______________________________________________________

Teorinin birkaç astronom arasında incelenerek, kendisine fikir verebileceğini düşündü. Copernik' in çalışmaları, eğer genç bir adam bu çalışmaları 1939'da incelememiş olsaydı hiçbir zaman basılacak duruma gelemeyebilirdi. 66 yaşındaki bir rahibin yazısını okuyup ilgilenen 25 yaşındaki Alman Profesör George Rheticus 'du. Copernik'in çalışmalarıyle birkaç hafta ilgilenmeyi tasarladı ama,iki yıl boyunca teori üzerine çalıştı ve teoriden çok fazla etkilendi.
O zamana kadar Copernik teoriyi yayımlamakta isteksizdi. Kilisenin teorisi hakkında ne söyleyeceği ile çok ilgilenmesede o herşeyin mükemmel olmasını isteyen ve 30 yıl teori hakkında çalışmasına rağmen hiçbir zaman tamamlanmadığını düşünen biriydi. Copernik için gözlemler sürekli tekrar edilmeliydi(Ilginç olan dünyanın 300 yılının kaybına yolaçan elyazmaları 19. yüzyıl ortalarında Prag'da bulundu. Bu yazmalar gösterdi ki Copernik teorisini sürekli gözden geçiriyordu.
Bu yazmaların hepsi o zamanlar için bilgili kişilerin kullandığı latince ile yazılmıştı.) Copernik 1543'de öldü ve hiçbir zaman çalışmalarının nasıl bir sansasyon yarattığını göremedi. Ortaçağdan kalma filozofik ve dinsel inanışlara karşı geldi. Copernik teorisi insanın, evrenin kendisi için yaratılmadığını, yalnızca onun bir parçası olduğunu düşünmeye zorladı. Onun çalışmalarının en önemli yanı insanın Cosmos' a bakışını değiştirmiş olmasıdır.